وَالَّذِينَ اٰمَنُو ا

cümlesini vaz’ eylemesi ile; münafıkların hileler ile ulaşmak istedikleri garaz ve maksadlarının muhaliyetini tansis ve tasrih etmek içindir. Hem öyle bir tarzda bu imkânsızlık ve muhaliyeti gözönüne koyuyor ki; nefisler, kalbler ondan titreyerek nefret ediyorlar. Zira hile ve hud’a içinde, nefret ve ikrahı tahrik edip îkaz eden bir istiare-i temsiliye vardır. Ayrıca mudari’lik siğasında da daimî şekilde kalbi ürkütecek bir tasvir bulunmaktadır. Keza,

يُخاَدِعُونَ

deki müşarekette, hilelerinin neticesizliğini bildiren bir müşakelet, yani karşılıklı birbirine benzemeklik vardır ki

وَجَزَآءُ سَيِّ َةٍ سَيِّ\َةٌ مِثْلُهَ

{ Şura Sûresi: Ayet: 40}

ayetinde olduğu gibi: “seyyienin, kötülüğün karşılığı, onun kadar kötülüktür” olan, hilelerinin neticesizliğini netice veren hükmünün naziri gibi bir şeydir.

Evet, müşareket babında; (Yani bir ayni şeyde karşılıklı vaziyetler gösterme) fâilin fiili, mef’ûlün fiiline sebep olduğuna binaen, burada ise, mef’ulün fiili, fâilin fiiline, yani; işi yapanın yaptığı hile olan fiilllerinin akim ve tesirsiz kaldığına sebepdir. Belki de ayetin bu ifadesiyle, hud’a ve hilenin vahî ve boş bir suret olduğunu göstermeye medardır. Evet, nasıl ki sen, birisini mesela cehaletinden dolayı istihzaya aldın o istihza ise bir ilmi kendinde sakladığı; ve seninle de bir istihzayı gizlemesi vardır ki, maksadın in’ikası gibidir. (Yani: Maksad istihza ise, bundan sana da akseyler.)

Hem ayetin cümlesinde lafza-ı celal olanö

اللّٰهَ

kelimesini tasrih etmesinde, münafıkların garaz ve maksadlarının muhaliyetini tansis ile kat’î olarak bildirme vardır. Zira ki Peygamberi (A.S.M.) aldatmaya çalışmak, Allah’ı aldatmağa incirar eder ki; aklın kuruyup, zaif kalarak hileyi yapamaz hale geldiğini gösterir.

Yükleniyor...