"LEMEÂT" Divanın sahibi amcam Said-i Kürdî'nin tercüme-i hâlini muhtasaran müstakil bir risalede yazmıştım. Fakat iki buçuk senedenberi Dâr-ül Hikmet-il İslâmiyenin vazifesini ona yüklettirdiler. O da derdi: ''Ben bunu terk edeceğim. Fakat millete de bir hesab vermek isterim.'' Bendeniz de, amcamın Dârül-Hikmet-i İslâmiyedeki vazifesinden nasıl hesap vermek istediğine dair birkaç söz yazıyorum.

Bundan ikibuçuk sene evvel, ki 1334 senesi idi. Amcamın rızası olmadan Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye'ye aza tayin edildi. Fakat esarette çok sarsılmış olduğundan, on ay me'zunen vazifeye gitmedi. Hatta çok defalar istifa etmek teşebbüsünde bulundu, fakat ahbabları bırakmadılar. Bunun üzerine vazifeye devam etti, ki bir buçuk sene oluyor. Bidayette haline dikkat ettim ki, zarûretten fazla kendine masarif yapmıyordu. Maişetçe neden bu kadar fena yaşıyorsun? diyenlere de cevaben derdi ki: "Ben sevâd-ı a'zama tabi' olmak isterim. Sevâd-ı a'zam ise bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye tabi olmak istemem." Ve Dar-ül Hikmetten aldığı maaştan miktar-ı zarûreti ayırdıktan sonra mütebakisini bana vererek "hıfzet" derdi. Ben de o bir sene zarfındaki fazla kalmış olan paraları amcamın bana olan şefkatine, hem malı istihkâr etmesine itimaden haberi olmadan tamamen sarf ettim. Sonradan bana dedi ki: "Bu para bize helâl değildi. Millet malı idi, ne için sarf ettin?. Madem ki, öyledir, ben de seni vekil-i harçlıktan azl ile kendimi nasb ettim." Ondan sonra ayda bana yirmi banknot, kendisine de onbeş tefrik ederdi. Fakat başka masraflar da onun onbeşine dahil idi. Demek ayda on-oniki banknot kendisine kalırdı. Fazla kalan mütebaki paraları kendisi hıfzeyledi.

Bir müddet aradan geçti. Yeni kalbine geldiği hakâikten on iki te'lifatını din namına tab' ettirdi. Toplanan yediyüz kadar banknotları o te'lifatların masarıf-ı tab'iyesine verdi. Yalnız bir iki küçüğü müstesna olmak üzere, diğerleri meccanen etrafa dağıttırdı. Ne için sattırmadığını sual ettim. Dedi ki: "Maaştan bana kut-u lâyemut câizdir. Fazlası millet malıdır. Bu suretle millete iade ediyorum."

Dar-ül Hikmet-il İslâmiyedeki hizmeti hep böyle teşebbüs-ü şahsiyle idi. Çünkü orada müştereken iş görmek için bazı maniler görüyordu. Zannımca kâri'ler de bunu bilirler ki; müşarün-ileyh kefenini boynuna takmış ve ölümü göze almıştır. Ve Dâr-ül Hikmet-i İslâmiyede demir gibi dayandı. Ecnebî te'siratı Dâr-ül Hikmeti kendine alet ettiremedi. Ve o yanlış fetvaya karşı dayandı, reddetti. İslâmiyet'e muzır bir cereyan ortaya

Yükleniyor...