İşte Sultan-ı Ezel'in rahmet ve inâyeti, vakta bizi istedi, kudret bizi çıkardı, lütfen bizi bindirdi kanun-u meşiete. Etvar üstünde perdaz.
Şimdi bizi getirdi, şefkat ile giydirdi şu hil'at-ı vücûdu, emanet rütbesini bize tevcih eyledi. Nişan: Niyaz ve namaz.
Şu edvar ve etvarın, bu uzun yolumuzda birer menzil-i nazdır. Yolumuzda teshilât içindir ki, kaderden bir emirname vermiş, sahife de cephemiz.
Her nereye geliriz, herhangi taifeye misafir oluyoruz, pek uhuvvetkârane istikbal görüyoruz. Malımızdan veririz, mallarından alırız.
Ticaret muhabbeti; onlar bizi beslerler, hediyelerle süslerler, hem de teşyi' ederler. Gel gele işte geldik, dünya kapısındayız, işitiyoruz âvâz.
Bak girdik şu zemine; ayağımızı bastık şehâdet âlemine; Şehr-âyîne-i Rahman, gürültühane-i insan. Hiçbir şeyi bilmeyiz, delil ve imamımız
Meşîet-i Rahman'dır. Vekil-i delilimiz, nâzenin gözlerimiz. Gözlerimizi açtık, dünya içine saldık. Hatırına gelir mi evvelki gelişimiz?
Garib, yetim olmuştuk; düşmanlarımız çoktu, bilmezdik hâmimizi. Şimdi nur-u iman ile o düşmanlara karşı bir rükn-ü metînimiz,
İstinadî noktamız, hem himayetkârımız def'eder düşmanları. O iman-ı billahtır ki ziya-i ruhumuz, hem nur-u hayatımız, hem de revh-u ruhumuz.
İşte kalbimiz rahat, düşmanları aldırmaz, belki düşman tanımaz. Evvelki yolumuzda, vakta vicdana girdik; işittik ondan binlerle feryad u fîzar ve âvâz.
Ondan belaya düştük. Zîra âmâl, arzular, isti'dad ve hissiyat; daim ebedi ister. Onun yolunu bilmezdik, bizden yol bilmemezlik, ondan fîzar ve niyaz.
Fakat elhamdülillah! Şimdi gelişimizde bulduk nokta-i istimdad, ki daim hayat verir o isti'dad-ı âmâle; tâ ebed-ül-âbâda onları eder pervaz.
Onlara yol gösterir, o noktadan isti'dad hem istimdad ediyor, hem âb-ı hayatı içer, hem kemâline koşuyor; o nokta-i istimdad, o şevk-engiz remz ü nâz.
İkinci kutb-u iman ki: Tasdik-i haşirdir, Saadet-i ebedî. O sadefin cevheri iman, bürhanı Kur'ân. Vicdan-ı insanî bir râz.
Şimdi bizi getirdi, şefkat ile giydirdi şu hil'at-ı vücûdu, emanet rütbesini bize tevcih eyledi. Nişan: Niyaz ve namaz.
Şu edvar ve etvarın, bu uzun yolumuzda birer menzil-i nazdır. Yolumuzda teshilât içindir ki, kaderden bir emirname vermiş, sahife de cephemiz.
Her nereye geliriz, herhangi taifeye misafir oluyoruz, pek uhuvvetkârane istikbal görüyoruz. Malımızdan veririz, mallarından alırız.
Ticaret muhabbeti; onlar bizi beslerler, hediyelerle süslerler, hem de teşyi' ederler. Gel gele işte geldik, dünya kapısındayız, işitiyoruz âvâz.
Bak girdik şu zemine; ayağımızı bastık şehâdet âlemine; Şehr-âyîne-i Rahman, gürültühane-i insan. Hiçbir şeyi bilmeyiz, delil ve imamımız
Meşîet-i Rahman'dır. Vekil-i delilimiz, nâzenin gözlerimiz. Gözlerimizi açtık, dünya içine saldık. Hatırına gelir mi evvelki gelişimiz?
Garib, yetim olmuştuk; düşmanlarımız çoktu, bilmezdik hâmimizi. Şimdi nur-u iman ile o düşmanlara karşı bir rükn-ü metînimiz,
İstinadî noktamız, hem himayetkârımız def'eder düşmanları. O iman-ı billahtır ki ziya-i ruhumuz, hem nur-u hayatımız, hem de revh-u ruhumuz.
İşte kalbimiz rahat, düşmanları aldırmaz, belki düşman tanımaz. Evvelki yolumuzda, vakta vicdana girdik; işittik ondan binlerle feryad u fîzar ve âvâz.
Ondan belaya düştük. Zîra âmâl, arzular, isti'dad ve hissiyat; daim ebedi ister. Onun yolunu bilmezdik, bizden yol bilmemezlik, ondan fîzar ve niyaz.
Fakat elhamdülillah! Şimdi gelişimizde bulduk nokta-i istimdad, ki daim hayat verir o isti'dad-ı âmâle; tâ ebed-ül-âbâda onları eder pervaz.
Onlara yol gösterir, o noktadan isti'dad hem istimdad ediyor, hem âb-ı hayatı içer, hem kemâline koşuyor; o nokta-i istimdad, o şevk-engiz remz ü nâz.
İkinci kutb-u iman ki: Tasdik-i haşirdir, Saadet-i ebedî. O sadefin cevheri iman, bürhanı Kur'ân. Vicdan-ı insanî bir râz.
Yükleniyor...