beytinin mâsadakı olan ehl-i medrese ve ehl-i mekteb ve ehl-i tekyenin tebayün-ü efkâr ve tehalüf-ü meşaribidir.

Bu tebayün-ü efkâr, ahlâk-ı İslâmiyenin esasını sarsmış ve ittihad-ı milleti çatallaştırmış ve terakkiyat-ı medeniyeden geri bırakmıştır. Zîrâ biri ifrat ile diğerini tekfir ve tadlil ediyor.. Ve öteki tefrit ile onu

{(*) Misbah'da "berikini" şeklinde. }

techil ve gayr-ı mutemed addediyor.

Bunun çaresi, tevhid ile tevahhüd; ve efkârlarının mabeyninde

{(**) Misbah'da "ve efkârlar nai'tidal noktasında akd-ı musafaha eylemeli" ifadesiyledir.}

teyid-i münasebet ile musalaha... Tâ i'tidal noktasında musafaha ile birleşmekle, aheng-i terakkiyi ihlâl etmesinler.

Üçüncüsü:

Ben vâizleri (vaizlerin bazısını) dinledim. Nasihatları bana tesir etmedi. Düşündüm, kasavet-i kalbimden başka üç sebeb buldum:

Birincisi:

Zaman-ı hazırayı zaman-ı salifeye kıyas ederek yalnız tasvir-i müddeayı parlak, mübalağalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için isbat-ı müddeâ ve ikna-i müteharri-i hakikat lâzım iken ihmal ediyorlar.

İkincisi:

Bir şeyi tergib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, müvazene-i şeriatı (iyice) muhafaza etmiyorlar.

Üçüncüsü:

Belâgatın muktezası olan muktezay-ı hale mutabık, yani ilcaât-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasib söz söylemezler. Güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar.

Hasıl-ı kelâm: Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, tâ isbat ve ikna' etsin. Hem hakîm-i müdakkik olmalı, tâ müvazene-i şeriatı bozmasın. Hem belîğ-i mukni' olmalı, tâ mukteza-yı hal ve ilcaât-ı zamana mutabık söz söylesin ve mizan-ı şeriatla tartsın ve böyle olması da şarttır.

Yaşasın Şeriat-ı Garra!.. Yaşasın adalet-i İlahî!..

{(*) Misbah'da "yaşasın uhuvvet-i vatan" cümlesi de vardır.}

Yaşasın ittihad-ı millî!.. Ölsün ihtilaf!.. Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağraz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!.. Yaşasın şecaat-ı mücessem (mücesseme) askerler!..


Yükleniyor...