Nihayet bir gün geldi ki, Said-i Kürdî'yi Üsküdar'a Toptaşı'na (Toptaşı Hastahanesi) yolladılar. Çünki hapishanede ikaz edilecek kimseler bulunmak muhtemeldi. Tımarhaneden (Eserin ilk matbu' nüshalarında "Bimarhaneden" şeklindedir) iki de bir de çıkartılır; maaş, rütbe tebşir edilirdi. Hazret-i Said: "Ben Kürdistan'da mekteb (üniversite) açmak üzere geldim, başka bir dileğim yoktur.. Bunu isterim ve başka bir şey istemem" derdi. Tabir-i âherle Bediüzzaman iki şey istiyordu: Kürdistan'ın her tarafında mektebler açtırmak istiyor, başka bir şey almamak istiyordu...

Arş-ı kanaat oldu behişt-i gına bize,

Biz etmeyiz zemin-i müdaraya ol emin.

Mensabların, makamların en bülendidir,

Vicdanımızca mensab tahkir-i zâlimin.

Şehzadebaşı'nda şematetle bir konferans verildiği gece, kemâl-i mehabetle sahneye çıkıp irad ettiği nutk-u belîg-i bîtarafane, Said'in ihata-i ilmiyesi kadar hamaset ve fedakârlıkta da bîmenend olduğunu teyid eder.

Gerek o gece, gerek menhus 31 Mart'ta cihan-değer nasihatlarıyla ortaya atılan hoca-i dânâya; "böyle tehlikeli avanda vücûd-u kıymetdarının sıyaneti, nef'an lil-umum elzem olduğu" ihtar edildiği zaman: "En büyük ders, doğruluk yolunda ölümünü istihkar dersi vermektir..."

"Yerinde ölmek için bu hayat lâzımdır" fikrine karşı:

Aşinayız, bize bîganedir endişe-i mevt.

Adl ü Hak uğruna nezreylemişiz cânımızı.

mısraı ile mukabele ederdi.

Said-i hüşyarın safvet-i ruhunu, besâlet ve şecaatini, fedakârlığındaki nihayetsizliğini anlamak ve ona ebedî bir rabıta-i aşkla bağlanmak için lisan-ı hamasetinden meşhur Kahriyat'ın ezcümle şöyle bir parçasını dinlemek kifayet eder.

Saray-ı zindanı yık, taşlarını başlara vur!

Yere indir Güneşi, yıldızı eflâka savur.

Ser-i bîdadı kopar, kalb-ı ta'dayı kavur,

Ol bize ab-ı hayat, ateş-i seyyal-ı memat.

Yükleniyor...