Bir zaman bir adam, bir sahrada, bedevîler içinde ehl-i hakikat bir zâtın evine misafir olur. Bakıyor ki, onlar mallarının muhafazasına ehemmiyet vermiyorlar. Hattâ ev sahibi, evinin köşesinde paraları oralarda açıkta bırakmış. Misafir zat, hane sahibine dedi: "Hırsızlıktan korkmuyor musunuz, böyle malınızı köşeye atmışsınız?"
Hane sahibi dedi: "Bizde hırsızlık olmaz."
Misafir dedi: "Biz paralarımızı kasalarımıza koyduğumuz ve kilitlediğimiz halde çok defalar hırsızlık oluyor."
Hane sahibi demiş: "Biz emr-i İlahî namına ve adalet-i şer'iye hesabına hırsızın elini kesiyoruz."
Misafir dedi: "Öyle ise, çoğunuzun bir eli olmamak lâzım gelir."
Hane sahibi dedi: "Ben elli yaşına girdim, bütün ömrümde bir tek el kesildiğini gördüm."
Misafir taaccüb etti, dedi ki: "Memleketimizde her gün elli adamı hırsızlık ettikleri için hapse sokuyoruz. Sizin buradaki adaletinizin yüzde biri kadar tesiri olmuyor."
Hane sahibi dedi: "Siz büyük bir hakikattan ve acib ve kuvvetli bir sırdan gaflet etmişsiniz, terketmişsiniz. Onun için adaletin hakikatını kaybetmişsiniz. Maslahat-ı beşeriye yerine adalet perdesi altında garazlar, zalimane ve tarafgirane cereyanlar müdahale eder, hükümlerin tesirini kırar. O hakikatın sırrı budur: Bizde bir hırsız elini başkasının malına uzattığı dakikada, hadd-i şer'înin icrasını tahattur eder. Arş-ı İlahîden nâzil olan emir hatırına gelir. İmanın hassası ile, kalbin kulağı ile, kelâm-ı ezelîden gelen ve "hırsız elinin i'damına" hükmeden
اَلسَّارِقُ وَ السَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا اَيْدِيَهُمَا
âyetini hissedip işitir gibi iman ve itikadı heyecana, hissiyat-ı ulviyesi harekete gelir. Ruh'un etrafında, vicdanın derin yerlerinden, o sirkat meyelanına hücum
Yükleniyor...