ve
فَانْظُرُوا
ve
اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ
ve
اَفَلَا يَتَذَكَّرُونَ
ve
تَفَكَّرُوا
ve
مَا يَشْعُرُونَ
ve
يَعْقِلُونَ
ve
مَايَعْقِلُونَ
ve
يَعْلَمُونَ
ve
فَاعْتَبِرُوا يَا اُولِى الْاَلْبَابِ
Ben dahi derim:
فَاعْتَبِرُوا يَا اُولِى الْاَلْبَابِ
HÂTİME
فَاعْتَبِرُوا يَا اُولِى الْاَلْبَابِ
Zahirden ubûr ediniz! Hakikat sizi bekliyor. Fakat gördüğünüz vakit incitmeyiniz. Esahh ve lâzım!...
DOKUZUNCU MUKADDEME
Ukûl-ü selime yanında muhakkaktır ki: Hilkatte hayır asıl, şer ise tebaîdir. Hayır küllî, şer cüz'îdir.
Şöyle görünüyor ki: Âlemin herbir nev'ine dair bir fen teşekkül etmiş ve etmektedir. Fen ise, kavaid-i külliyeden ibarettir. Külliyet-i kaide ise, o nev'de olan hüsn-ü intizamına keşşâftır. Demek cemi-i fünûn, hüsn-ü intizama birer şahid-i sadıktır. Evet külliyet, intizama delildir. Zîrâ birşeyde intizam olmaz ise, hüküm külliyetiyle cereyan edemez. Çok istisnaâtıyla perişan oluyor. Bu şahidleri tezkiye eden, nazar-ı hikmetle istikrâ-i tâmmdır. Fakat bâzan intizam görülmüyor. Çünki dairesi, ufk-u nazardan daha geniş, tamamen tasavvur ve ihata olunmadığı için, nizamın tasvir-i bîmisali kendini gösteremiyor.
Binaenaleyh, umum fünûnun şehâdetleriyle ve nazar-ı hikmetten neş'et eden istikrâ-i tâmmın tasdikıyla sabittir ki: Hilkat-ı âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayr ve hak ve kemâldir. Amma şer ve kubh ve bâtıl ise; tebaiye ve mağlûbe ve mağmûredirler. Eğer çendan savlet etseler de muvakkattır.
Yükleniyor...