اَفَلَا يَنْظُرُونَ
ve
فَانْظُرُوا
ve
اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ
ve
اَفَلَا يَتَذَكَّرُونَ
ve
تَفَكَّرُوا
ve
مَا يَشْعُرُونَ
ve
يَعْقِلُونَ
ve
مَايَعْقِلُونَ
ve
يَعْلَمُونَ
ve
فَاعْتَبِرُوا يَا اُولِى الْاَلْبَابِ
Ben dahi derim:
فَاعْتَبِرُوا يَا اُولِى الْاَلْبَابِ
HÂTİME
فَاعْتَبِرُوا يَا اُولِى الْاَلْبَابِ
Zahirden ubûr ediniz! Hakikat sizi bekliyor. Fakat gördüğünüz vakit incitmeyiniz. Esahh ve lâzım!...
* * *
DOKUZUNCU MUKADDEME
Ukûl-ü selime yanında muhakkaktır ki: Hilkatte hayır asıl, şer ise tebaîdir. Hayır küllî, şer cüz'îdir.
Şöyle görünüyor ki: Âlemin herbir nev'ine dair bir fen teşekkül etmiş ve etmektedir. Fen ise, kavaid-i külliyeden ibarettir. Külliyet-i kaide ise, o nev'de olan hüsn-ü intizamına keşşâftır. Demek cemi-i fünûn, hüsn-ü intizama birer şahid-i sadıktır. Evet külliyet, intizama delildir. Zîrâ birşeyde intizam olmaz ise, hüküm külliyetiyle cereyan edemez. Çok istisnaâtıyla perişan oluyor. Bu şahidleri tezkiye eden, nazar-ı hikmetle istikrâ-i tâmmdır. Fakat bâzan intizam görülmüyor. Çünki dairesi, ufk-u nazardan daha geniş, tamamen tasavvur ve ihata olunmadığı için, nizamın tasvir-i bîmisali kendini gösteremiyor.
Binaenaleyh, umum fünûnun şehâdetleriyle ve nazar-ı hikmetten neş'et eden istikrâ-i tâmmın tasdikıyla sabittir ki: Hilkat-ı âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayr ve hak ve kemâldir. Amma şer ve kubh ve bâtıl ise; tebaiye ve mağlûbe ve mağmûredirler. Eğer çendan savlet etseler de muvakkattır.
ve
فَانْظُرُوا
ve
اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ
ve
اَفَلَا يَتَذَكَّرُونَ
ve
تَفَكَّرُوا
ve
مَا يَشْعُرُونَ
ve
يَعْقِلُونَ
ve
مَايَعْقِلُونَ
ve
يَعْلَمُونَ
ve
فَاعْتَبِرُوا يَا اُولِى الْاَلْبَابِ
Ben dahi derim:
فَاعْتَبِرُوا يَا اُولِى الْاَلْبَابِ
HÂTİME
فَاعْتَبِرُوا يَا اُولِى الْاَلْبَابِ
Zahirden ubûr ediniz! Hakikat sizi bekliyor. Fakat gördüğünüz vakit incitmeyiniz. Esahh ve lâzım!...
DOKUZUNCU MUKADDEME
Ukûl-ü selime yanında muhakkaktır ki: Hilkatte hayır asıl, şer ise tebaîdir. Hayır küllî, şer cüz'îdir.
Şöyle görünüyor ki: Âlemin herbir nev'ine dair bir fen teşekkül etmiş ve etmektedir. Fen ise, kavaid-i külliyeden ibarettir. Külliyet-i kaide ise, o nev'de olan hüsn-ü intizamına keşşâftır. Demek cemi-i fünûn, hüsn-ü intizama birer şahid-i sadıktır. Evet külliyet, intizama delildir. Zîrâ birşeyde intizam olmaz ise, hüküm külliyetiyle cereyan edemez. Çok istisnaâtıyla perişan oluyor. Bu şahidleri tezkiye eden, nazar-ı hikmetle istikrâ-i tâmmdır. Fakat bâzan intizam görülmüyor. Çünki dairesi, ufk-u nazardan daha geniş, tamamen tasavvur ve ihata olunmadığı için, nizamın tasvir-i bîmisali kendini gösteremiyor.
Binaenaleyh, umum fünûnun şehâdetleriyle ve nazar-ı hikmetten neş'et eden istikrâ-i tâmmın tasdikıyla sabittir ki: Hilkat-ı âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayr ve hak ve kemâldir. Amma şer ve kubh ve bâtıl ise; tebaiye ve mağlûbe ve mağmûredirler. Eğer çendan savlet etseler de muvakkattır.
Yükleniyor...