Cumhuru, bürhandan ziyade me'hazdeki kudsiyet imtisale sevkeder. Müçtehidînin kitabları vesile gibi, cam gibi Kur'ânı göstermeli, yoksa vekil, gölge olmamalı.
Mantıkça mukarrerdir ki; zihin, melzumdan tebaî olarak lâzıma intikal eder ve lâzımın lâzımına tabiî olarak etmez. Etse de, ikinci bir teveccüh ve kasd ile eder. Bu ise, gayr-ı tabiîdir.
Meselâ; hükmün me'hazı olan şeriat kitabları melzum gibidir. Delili olan Kur'ân ise, lâzımdır. Muharrik-i vicdan olan kudsiyet, lâzımın lâzımıdır. Cümhûrun nazarı kitablara temerküz ettiğinden, yalnız hayal-meyal lâzımı tahattur eder. Lâzımın lâzımını nadiren tasavvur eder. Bu cihetle vicdan lâkaydlığa alışır, cümudet peyda eder.
Eğer zaruriyat-ı diniyede doğrudan doğruya Kur'ân gösterilse idi, zihin tabiî olarak müşevvik-i imtisal ve mûkız-ı vicdan ve lâzım-ı zâtî olan "kudsiyet"e intikal ederdi. Ve bu suretle kalbe meleke-i hassasiyet gelerek, imanın ihtaratına karşı asamm kalmazdı.
Demek şeriat kitabları, birer şeffâf cam mahiyetinde olmak lâzım gelirken, mürur-u zamanla mukallidlerin hatası yüzünden, paslanıp hicab olmuşlardır. Evet bu kitablar, Kur'âna tefsir olmak lâzım iken, başlı başına tasnifat hükmüne geçmişlerdir.
Hacat-ı diniyede cumhurun enzarını doğrudan doğruya, cazibe-i i'caz ile revnekdar ve kudsiyetle hâledar ve daima iman vasıtasıyla vicdanı ihtizaza getiren hitab-ı ezelînin timsali bulunan Kur'âna çevirmek üç tarîkledir:
1- Ya müellifînin bihakkın lâyık oldukları derin bir hürmeti, emniyeti tenkid ile kırıp, o hicabı izale etmektir. Bu ise tehlikelidir, insafsızlıktır, zulümdür.
2- Yahut tedricî bir terbiye-i mahsusa ile kütüb-ü şeriatı şeffâf birer tefsir suretine çevirip, içinde Kur'ânı göstermektir. Selef-i müçtehidînin kitabları gibi; "Muvatta", "Fıkh-ı Ekber" gibi.
Yükleniyor...