İki âlim; bâzan nâkısın oğlu kâmil, kâmilin oğlu nâkıs oluyor. Güya bâkiyye-i iştihayı, şevki tevarüsle velede geçiyor. Öteki kaza-yı vatar ettiğinden, veledinden ilme karşı açlık hissini uyandırmıyor.
Şu emsilelerdeki ser-düstur şudur: Beşerde meyl-i teceddüd var. Halef selefi kâmil görse, tezyid eylemese; meylinin tatminini başka tarzda arar, bâzan aks-ül amel yapar.
* * *
وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى
İşte siyaset-i şahsiye, cemaatiye, milliyeye dair en âdil bir düstur-u Kur'anî.
اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاً
İşte mahiyet-i insaniyede dehşetli kabiliyet-i zulüm sırrı şudur:
Beşerde hayvanın aksine olarak, kuvâ ve müyûl fıtraten tahdid edilmemiş; meyl-i zulüm, hubb-u nefis dehşetli meydan alıyor.
Evet, ene ve enaniyetin eşkal-i habisesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inad, o meyle inzimam etse, öyle ekber-ül kebairi îcad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennem'in lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.
Evvelâ:
Şahıs itibariyle, bir şahıs çok evsafa câmi'dir. Onların içinde bir sıfat adaveti celbetse, birinci âyetteki kanun-u İlahî iktiza eder; adavet o sıfata inhisar etsin; mecma-i evsaf-ı masume olan şahsına yalnız acısın ve tecavüz etmesin.
Halbuki o zalûm-u cehûl, tabiat-ı zalimane ile, bir canî sıfat için o evsaf-ı ma'sumenin hakkına da tecavüz edip, mevsufa da husumet; hattâ onda da iktifa etmiyor, akrabasına da, hattâ meslekdaşına da zulmünü teşmil eder. Bir şeyin müteaddid esbabı olduğundan; olabilir o cânî sıfat da kalbin fesadından değil, belki hâric bir sebebin neticesidir. O halde sıfat caniye değil, kâfire de olsa, o zât canî olamaz.
Cemaat itibariyle görüyoruz ki; Bir şahs-ı muhteris, bir intikamıyla veya müntakim bir muhalefetle, arzuyu tazammun eden bir fikir ile demiş
Şu emsilelerdeki ser-düstur şudur: Beşerde meyl-i teceddüd var. Halef selefi kâmil görse, tezyid eylemese; meylinin tatminini başka tarzda arar, bâzan aks-ül amel yapar.
وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى
İşte siyaset-i şahsiye, cemaatiye, milliyeye dair en âdil bir düstur-u Kur'anî.
اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاً
İşte mahiyet-i insaniyede dehşetli kabiliyet-i zulüm sırrı şudur:
Beşerde hayvanın aksine olarak, kuvâ ve müyûl fıtraten tahdid edilmemiş; meyl-i zulüm, hubb-u nefis dehşetli meydan alıyor.
Evet, ene ve enaniyetin eşkal-i habisesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inad, o meyle inzimam etse, öyle ekber-ül kebairi îcad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennem'in lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.
Evvelâ:
Şahıs itibariyle, bir şahıs çok evsafa câmi'dir. Onların içinde bir sıfat adaveti celbetse, birinci âyetteki kanun-u İlahî iktiza eder; adavet o sıfata inhisar etsin; mecma-i evsaf-ı masume olan şahsına yalnız acısın ve tecavüz etmesin.
Halbuki o zalûm-u cehûl, tabiat-ı zalimane ile, bir canî sıfat için o evsaf-ı ma'sumenin hakkına da tecavüz edip, mevsufa da husumet; hattâ onda da iktifa etmiyor, akrabasına da, hattâ meslekdaşına da zulmünü teşmil eder. Bir şeyin müteaddid esbabı olduğundan; olabilir o cânî sıfat da kalbin fesadından değil, belki hâric bir sebebin neticesidir. O halde sıfat caniye değil, kâfire de olsa, o zât canî olamaz.
Cemaat itibariyle görüyoruz ki; Bir şahs-ı muhteris, bir intikamıyla veya müntakim bir muhalefetle, arzuyu tazammun eden bir fikir ile demiş
Yükleniyor...