اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Kur’anın:
اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ر وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ر وَ اِلَيْهِ الْمَصِيرُ ر وَ اِلَيْهِ اَلْمٓابِ
mealindeki âyetleri çokça zikretmesinde -her ne kadar tagî ve asiler için bir tehdidi tazammun ediyorsa da- pek büyük bir müjde ve çok cesim bir teselli mevcuddur. Çünkü şu âyetler, insanlara der: “Dünyadaki mevt ü zeval ve dünyadan firak u fena, ademe açılan birer kapı olmadıkları gibi; fena ve in’idam zulümatına sukut da değillerdir. Belki onlar, Sultan- Ezel ve Ebed’in huzuruna gitmek ve girmek için birer kapıdırlar.” İşte şu işaret ise kalbi, mevt ve zevalin pek dehşetli elem-i tasavvurundan kurtarıyor. Çünkü nazar-ı ehl-i dalalette mevt ve zeval; hem onu, hem bütün sevdiklerini gayr-ı mütenahî korkunç ademlerin elleri arasında ve müdhiş firakların pençeleri mabeyninde parçalayıp dağıtmaktadır. İşte küfrün içinde mündemic olan dehşetli cehennem-i maneviyenin te’sirine bak, gör.
Evet
اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي
hadîs-i kudsîsinin sırrıyla kâfir, mevt ve eceli öyle zannettiği için, Cenab-ı Hak da onun zannını ona ebedî bir azab şeklinde tasvir etmiştir.
Sonra gel, Cennet lezaizine bile üstün gelen likaullaha olan iman ve yakînin lezzet derecesine de bak!. Sonra rıza mertebelerini düşün; ve sonra rü’yet-i cemal-i İlahînin derecesine bak, gör ki; ârif, fakat isyankâr bir mü’minin âhiretteki cismanî cehennemi dahi, (bu dünyada) Hâlıkını tanımayan kâfir-i cahilin kalbindeki manevî cehennemine nisbetle bir cennet gibi olduğunu bil!
Evet faraza âlem-i beka, lika ve vesilelerinin gayr-ı mahsur bürhanları olmasa idi bile, Mahbub-u Ezelî’nin sevgili Habibi’nin pek tazarrukârane olan dua ve niyazları; hem de o Habib-i Edib’in kıldığı o salât-ı kübrada, enbiya ve evliya safları onun arkasında saf bağlayıp dua ve münacatlarına “âmîn, âmîn” demeleri, beka alemi için kâfi bir vesile ve bürhan olurdu.
Ey kardeş bil ki! Kur’anın:
اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ر وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ر وَ اِلَيْهِ الْمَصِيرُ ر وَ اِلَيْهِ اَلْمٓابِ
mealindeki âyetleri çokça zikretmesinde -her ne kadar tagî ve asiler için bir tehdidi tazammun ediyorsa da- pek büyük bir müjde ve çok cesim bir teselli mevcuddur. Çünkü şu âyetler, insanlara der: “Dünyadaki mevt ü zeval ve dünyadan firak u fena, ademe açılan birer kapı olmadıkları gibi; fena ve in’idam zulümatına sukut da değillerdir. Belki onlar, Sultan- Ezel ve Ebed’in huzuruna gitmek ve girmek için birer kapıdırlar.” İşte şu işaret ise kalbi, mevt ve zevalin pek dehşetli elem-i tasavvurundan kurtarıyor. Çünkü nazar-ı ehl-i dalalette mevt ve zeval; hem onu, hem bütün sevdiklerini gayr-ı mütenahî korkunç ademlerin elleri arasında ve müdhiş firakların pençeleri mabeyninde parçalayıp dağıtmaktadır. İşte küfrün içinde mündemic olan dehşetli cehennem-i maneviyenin te’sirine bak, gör.
Evet
اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي
hadîs-i kudsîsinin sırrıyla kâfir, mevt ve eceli öyle zannettiği için, Cenab-ı Hak da onun zannını ona ebedî bir azab şeklinde tasvir etmiştir.
Sonra gel, Cennet lezaizine bile üstün gelen likaullaha olan iman ve yakînin lezzet derecesine de bak!. Sonra rıza mertebelerini düşün; ve sonra rü’yet-i cemal-i İlahînin derecesine bak, gör ki; ârif, fakat isyankâr bir mü’minin âhiretteki cismanî cehennemi dahi, (bu dünyada) Hâlıkını tanımayan kâfir-i cahilin kalbindeki manevî cehennemine nisbetle bir cennet gibi olduğunu bil!
Evet faraza âlem-i beka, lika ve vesilelerinin gayr-ı mahsur bürhanları olmasa idi bile, Mahbub-u Ezelî’nin sevgili Habibi’nin pek tazarrukârane olan dua ve niyazları; hem de o Habib-i Edib’in kıldığı o salât-ı kübrada, enbiya ve evliya safları onun arkasında saf bağlayıp dua ve münacatlarına “âmîn, âmîn” demeleri, beka alemi için kâfi bir vesile ve bürhan olurdu.
Yükleniyor...