اِعْلَمْ
Ey kardeş, bil ki! Nasılki hububatın tohumundan bir habbe veya semeratın çekirdeklerinden bir nüve, eğer kalblerinde herhangi bir delik vaki’ olursa, daha onlar, tenebbüt edip neşv ü nema bulamazlar. Aynen öyle de; ‘ene’ habbesi de, eğer “Allah Allah” zikrinin şuaıyla delinse, daha artık o enaniyet, dirilerek dal budak salıp, gaflet ile firavunlaşarak, nev’inin âsârına istinad edip ona sığınarak, semavat ve arzın Cebbarına karşı isyan ile mübareze etmeye doğru büyüyüp teazüm edemez.
İşte Nakşibendî evliyaları, enaniyet dağını delmek suretiyle habbe-i kalbin fethine ve bir kısa yolun keşfine ve zikr-i hafî matkabıyla da nefsin başını kırmağa muvaffak oldukları gibi; zikr-i cehrî vasıtasıylada (Kadirîler) dahi, tabiat tağutunun tahribine veyahut uyarılmasına muvaffak olmuşlardır.
* * *
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Kesretin en uzak ve en geniş ve en ince devair ve tabakatı üstünde dahi hikmet, ittikan ve ihtimam eserleri parlamaktadır. Eğer istersen, kesretin nihayet derecede inbisat ve intişar ile tekessür ettiği insanın cild ve suretine bak! Tâ kalem-i kudret, onun alnının ve yüzünün ve avuçlarının sahifesini nasıl ince çizgiler, yazılar, nakışlar ve âletlerle hâşiyelendirdiğini göresin. Bu çizgi ve nakışlar ise, insanın ruhundaki istidad
Hz. Üstad, yanındaki talebelerine bir kaç def’a buyurmuşlardır ki: Ben Van’da iken, henüz Türkçe’yi iyi tekellüm edemediğim sıralarda, Kürdçe lisanıyla iki küçük risale yazmıştım. Bunlardan birisi, Matematik ve hesap ilmiyle ilgili… ikincisi de, insanın el ve avucu gibi yerlerinde; onun ruhundaki istidadının neye münasib olduğunu kaderce belirtilen yazıları hakkında idi. (Mütercim)
ve maanîye ve boynunda asılı bulunan amel defterine delâlet ediyorlar. Bu dahi fıtratında yazılı bulunan kaderin cilvelerine işaret etmektedir. Hattâ öyle ki, bu kaderî tahşiyeler, hiçbir surette kör tesadüfün ve a’ver ittifakın duhulüne bir menfez, bir delik bırakmamışlardır.
____________________________________
Ey kardeş, bil ki! Nasılki hububatın tohumundan bir habbe veya semeratın çekirdeklerinden bir nüve, eğer kalblerinde herhangi bir delik vaki’ olursa, daha onlar, tenebbüt edip neşv ü nema bulamazlar. Aynen öyle de; ‘ene’ habbesi de, eğer “Allah Allah” zikrinin şuaıyla delinse, daha artık o enaniyet, dirilerek dal budak salıp, gaflet ile firavunlaşarak, nev’inin âsârına istinad edip ona sığınarak, semavat ve arzın Cebbarına karşı isyan ile mübareze etmeye doğru büyüyüp teazüm edemez.
İşte Nakşibendî evliyaları, enaniyet dağını delmek suretiyle habbe-i kalbin fethine ve bir kısa yolun keşfine ve zikr-i hafî matkabıyla da nefsin başını kırmağa muvaffak oldukları gibi; zikr-i cehrî vasıtasıylada (Kadirîler) dahi, tabiat tağutunun tahribine veyahut uyarılmasına muvaffak olmuşlardır.
* * *
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Kesretin en uzak ve en geniş ve en ince devair ve tabakatı üstünde dahi hikmet, ittikan ve ihtimam eserleri parlamaktadır. Eğer istersen, kesretin nihayet derecede inbisat ve intişar ile tekessür ettiği insanın cild ve suretine bak! Tâ kalem-i kudret, onun alnının ve yüzünün ve avuçlarının sahifesini nasıl ince çizgiler, yazılar, nakışlar ve âletlerle hâşiyelendirdiğini göresin. Bu çizgi ve nakışlar ise, insanın ruhundaki istidad
Hz. Üstad, yanındaki talebelerine bir kaç def’a buyurmuşlardır ki: Ben Van’da iken, henüz Türkçe’yi iyi tekellüm edemediğim sıralarda, Kürdçe lisanıyla iki küçük risale yazmıştım. Bunlardan birisi, Matematik ve hesap ilmiyle ilgili… ikincisi de, insanın el ve avucu gibi yerlerinde; onun ruhundaki istidadının neye münasib olduğunu kaderce belirtilen yazıları hakkında idi. (Mütercim)
ve maanîye ve boynunda asılı bulunan amel defterine delâlet ediyorlar. Bu dahi fıtratında yazılı bulunan kaderin cilvelerine işaret etmektedir. Hattâ öyle ki, bu kaderî tahşiyeler, hiçbir surette kör tesadüfün ve a’ver ittifakın duhulüne bir menfez, bir delik bırakmamışlardır.
____________________________________
Yükleniyor...