avuç havadaki her bir zerre de mezkûr hakikate binaen aynen kâinat denizindeki cilve-i tevhidi, sıfât-ı kemaliyle kendilerinde gösteriyorlar.

İşte Kur'an-ı Hakîm'in manevî mu'cizesinin bir lem'ası olan Risale-i Nur bu hakikatı izahatıyla isbat etmesi içindir ki; müdakkik bir Nurcu, huzur-u daimî kazanmak ve marifetullahı her vakit tahattur etmek için ve huzur-u daimî hatırı için "Lâ mevcude illâ Hû" demeğe mecbur olmuyor. Ve yine bir kısım ehl-i hakikatın daimî huzuru bulmak için "Lâ meşhude illâ Hû" dedikleri gibi, o Nurcu böyle demeye muhtaç olmuyor. Belki

وَ ف۪ى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ

parlak hakikatının kudsî penceresi ona kâfi geliyor. Bu kudsî Arabî fıkranın kısacık bir izahı şudur ki:

Evet herkesin bu âlemde birer âlemi var, birer kâinatı var. Âdeta zîşuurlar adedince birbiri içinde hadsiz kâinatlar, âlemler var. Herkesin hususî âleminin ve kâinatının ve dünyasının direği kendi hayatıdır. Nasıl herkesin elinde bir âyinesi bulunsa ve bir büyük saraya mukabil tutsa, herkes bir nevi saraya, âyinesi içinde sahib olur. Öyle de herkesin hususî

Yükleniyor...