şeylere ihtimam edenin himmeti yüksektir, alçak işlerde iştigal edenin himmeti alçaktır.

4- Kıymet ve azametin, himmet nisbetinde olduğunu zannetmişlerdir. Hattâ küçük veya alçak birşeyi, yüksek ve büyük şahıslara isnad etmezler. Güya azîm insanlar, kıymeti olmayan şeylere tenezzül etmezler ve zaîf, küçük birşey, o büyük himmet ve azameti tahammül edemez.

İşte o boş kafalılar, bu noktalara istinaden Cenab-ı Hakk'ı da insanlara kıyas ederek diyorlar ki: "Allah celal ve azametiyle insanların konuştukları gibi nasıl insanlar ile tekellüm etmeye tenezzül eder? Ve bu cüz'î ve hakir şeylerden nasıl bahseder? Azametine yakışır mı?" Acaba o süfeha takımı; Allah'ın iradesi, ilmi, kudreti gibi sair sıfatlarının da küllî, umumî, şamil, muhit olduklarını bilmezler mi? Ve yine bilmezler mi ki; Cenab-ı Hakk'ın azametine mikyas, ancak mecmu' âsârıdır, yalnız bir eser mikyas olamaz! Ve yine bilmezler mi ki; Cenab-ı Hakk'ın tecellisine mizan olacak, kâffe-i kelimatıdır ki; eşcar kalem, denizler mürekkeb olsa, o kelimatı yazıp bitiremezler.

{(Haşiye): Bu mealdeki âyette bir mübalağa, bir müzayede görünür. Fakat hakikata, vakıa bakılırsa ziyadelik yoktur. Çünki "kelime", bir manayı ifade eden şeye denir. Amma Nahvîlerin lafz ile takyid ve tahsis ettikleri, onlara mahsus bir ıstılahtır. Evet biri kal, diğeri hal olmak üzere iki lisan vardır. Lisan-ı kalin kelimatı elfaz ise, lisan-ı halin kelimatı da ahvaldir. Binaenaleyh kudsî şâirin

وَ ف۪ى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ

dediği gibi; kitab-ı kebir-i kâinatta yaratılan herhangi bir şey, Hâlık'ın azametine delalet eden bir kelime-i haliyedir. Eşcar ile denizler, kâinat kitabında mevcud kelimat-ı haliyelerin yazılmasına kâfi geldiği takdirde, o denizlerin katreleri, o ağaçların zerreleri birer halî kelime olduğundan, onların da yazılması için mürekkeb, kalem lâzımdır. Öyle ise onlar için de, onlar kadar başka eşcar ve denizler lâzımdır. Ve hâkeza herbir birincinin katreleri ve kelimatı yazıldıktan sonra, ona da onun kadar ikinci bir takım eşcar ve denizler lâzımdır. Hal böylece ilâ-gayr-ın nihaye teselsül eder gider. Cenab-ı Hakk'ın kelimatı, yani Cenab-ı Hakk'ın azametine delalet eden kelimat-ı haliyesi bitmez. Demek hakikatta

اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ى وَ لَوْ جِئْنَا بِمِثْلِه۪ مَدَدًا

âyetinin ifade ettiği manada hiçbir cihetle mübalağa, müzayede yoktur, belki tenakus vardır. Mütercim Abdülmecid}


Meselâ: Şems âkıl, ihtiyar ve irade sahibi farzedilse, ziyasını bütün âleme neşrettiği bir sırada pis, mülevves bir zerre de onun ziyasından istifade ettiği vakit, şemse karşı "Ne için bu pis, bu mülevves zerre ile meşgul oldu ve


Yükleniyor...