Mukaddeme
Bu âyet mâkabliyle beraber kıyamete, haşre işaret eder. Binaenaleyh bu mes'elede nazara alınacak dört nokta vardır:
Birincisi:
Âlemin imkân-ı harabiyetiyle ölümüdür. İkincisi: Harabiyetin vukua gelmesidir. Üçüncüsü: Tamir ve ihyasıdır. Dördüncüsü: Tamirinin imkânı ve vukuudur.
Evvelâ:
Harabiyet-i âlem imkân dairesinde olup olmadığından bahsedeceğiz. Evet âlemde tekâmül kanunu vardır. Bu kanuna tâbi' olan, neşv ü nema kanununa dâhildir. Bu kanuna dâhil olanın bir ömr-ü tabiîsi vardır. Ömr-ü tabiîsi olanın, ecel-i fıtrîsi vardır; ecelin pençesinden kurtulamaz. Evet kâinatın ihtiva ettiği enva'ın ve bu enva'ın ihata ettiği efradın kısm-ı ekserîsi bu kanunlara tâbidirler. Binaenaleyh âlem-i sagir denilen insan, ölümden ve harabiyetten kurtulamadığı gibi; insan-ı kebir denilen âlemin de ölümden necatı yoktur. Ve keza kâinatın bir ağacı ölümden, dağılmaktan halâs olmadığı gibi, şecere-i hilkatten olan kâinat silsilesinin de harabiyetten kurtuluşu yoktur. Evet eğer kâinat ömr-ü fıtrîsinden evvel haricî bir tahribata veya Sâni'i tarafından bir hedm ve kıyamete maruz kalmasa bile, fennî bir hesab ile kâinatın öyle bir günü gelecektir ki;
اِذَا السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْ ٭ اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ٭ اِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ
gibi âyetlere mâsadak olacaktır ve insan-ı kebir denilen koca kâinat, şu boşluğu sekeratının bağırtılarıyla dolduracaktır.
İkinci Nokta:
Harabiyet-i âlemin vukua geleceğidir. Evet bütün semavî dinler, âlemin harab olacağında müttefiktirler. Hem herbir fıtrat-ı selime, âlemin öleceğine şehadet eder. Ve kâinatta gözle görünen şu kadar nev'î, ferdî, yevmî, şehrî, senevî tegayyürat, tahavvülât, inkılabların yalnız işaretleriyle değil, sarahatlarıyla, kıyametin geleceği sabittir. Eğer bu icmal ile kanaat hasıl edemediysen bir parça izahat verelim.
Bu âyet mâkabliyle beraber kıyamete, haşre işaret eder. Binaenaleyh bu mes'elede nazara alınacak dört nokta vardır:
Birincisi:
Âlemin imkân-ı harabiyetiyle ölümüdür. İkincisi: Harabiyetin vukua gelmesidir. Üçüncüsü: Tamir ve ihyasıdır. Dördüncüsü: Tamirinin imkânı ve vukuudur.
Evvelâ:
Harabiyet-i âlem imkân dairesinde olup olmadığından bahsedeceğiz. Evet âlemde tekâmül kanunu vardır. Bu kanuna tâbi' olan, neşv ü nema kanununa dâhildir. Bu kanuna dâhil olanın bir ömr-ü tabiîsi vardır. Ömr-ü tabiîsi olanın, ecel-i fıtrîsi vardır; ecelin pençesinden kurtulamaz. Evet kâinatın ihtiva ettiği enva'ın ve bu enva'ın ihata ettiği efradın kısm-ı ekserîsi bu kanunlara tâbidirler. Binaenaleyh âlem-i sagir denilen insan, ölümden ve harabiyetten kurtulamadığı gibi; insan-ı kebir denilen âlemin de ölümden necatı yoktur. Ve keza kâinatın bir ağacı ölümden, dağılmaktan halâs olmadığı gibi, şecere-i hilkatten olan kâinat silsilesinin de harabiyetten kurtuluşu yoktur. Evet eğer kâinat ömr-ü fıtrîsinden evvel haricî bir tahribata veya Sâni'i tarafından bir hedm ve kıyamete maruz kalmasa bile, fennî bir hesab ile kâinatın öyle bir günü gelecektir ki;
اِذَا السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْ ٭ اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ٭ اِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ
gibi âyetlere mâsadak olacaktır ve insan-ı kebir denilen koca kâinat, şu boşluğu sekeratının bağırtılarıyla dolduracaktır.
İkinci Nokta:
Harabiyet-i âlemin vukua geleceğidir. Evet bütün semavî dinler, âlemin harab olacağında müttefiktirler. Hem herbir fıtrat-ı selime, âlemin öleceğine şehadet eder. Ve kâinatta gözle görünen şu kadar nev'î, ferdî, yevmî, şehrî, senevî tegayyürat, tahavvülât, inkılabların yalnız işaretleriyle değil, sarahatlarıyla, kıyametin geleceği sabittir. Eğer bu icmal ile kanaat hasıl edemediysen bir parça izahat verelim.
Yükleniyor...