sadık değilsiniz. Öyle ise hasmınız olan Resul-ü Ekrem sadıktır. Öyle ise Kur'an, mu'cizdir. Öyle ise iman ve tasdikiniz lâzımdır ki, ateşe düşmeyesiniz."
فَاتَّقُوا النَّارَ
Bu emr-i İlahî, onlara yapılan tehdidleri dehşetlendiriyor.
اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا
cümlesindeki
تَفْعَلُوا
kelimesi, fiil-i muzaridir. Bu fiil zaman-ı hal ile istikbal arasında müşterektir. Huruf-u şartiyeden olan
اِنْ
zaman-ı halden istikbal dağlarına atıyor. Huruf-u câzimeden olan
لَمْ
istikbalden mazi derelerine fırlatıyor. Zavallı
تَفْعَلُوا
her iki edatın ellerinde top gibi oyuncak olmuştur. Bu edatların bu vaziyetleri zihinleri hem maziye, hem istikbale gönderiyor ki; maziyi süslendiren belig hitabeleri, altun ile yazılan muallakatları, Kur'anın yakınına bile gelemediklerini görsünler. O sahifeyi gördükten sonra, istikbal sahifesini de ona kıyas etsinler.
تَفْعَلُوا
nun
تَاْتُوا
kelimesine tercihinde, iki nükte vardır:
Birisi: Kur'anın i'cazı, onların aczindendir. Aczleri ise, eserden olmayıp fiilden olduğuna işarettir. Yani aczlerinin menşei; Kur'anın misli değildir, o misli yapmaktandır.
İkincisi ise: İlm-i Sarf'ta
ف ع ل
bütün fiillerin terazisi olduğu gibi; üslûblarda da uzun hikâyeleri, işleri, vakıaları, kıssaları bir lafız ile ifade eden bir fezlekedir. Sanki kinaye kabîlinden cümleleri tabir eden bir zamirdir.
وَلَنْ تَفْعَلُوا
daki
لَنْ
huruf-u nâsibeden olup, dâhil olduğu fiili istikbale nakleder, müekked veya müebbed olarak istikbalde nefyeder. Demek bu cümlenin kaili, pek büyük bir itminan ve ciddiyet ile, şekk ve şübhe etmeyerek bu hükmü vermiştir. Bundan anlaşılır ki, o zâtın işlerinde hile yoktur.
فَاتَّقُوا النَّارَ
Bu emr-i İlahî, onlara yapılan tehdidleri dehşetlendiriyor.
اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا
cümlesindeki
تَفْعَلُوا
kelimesi, fiil-i muzaridir. Bu fiil zaman-ı hal ile istikbal arasında müşterektir. Huruf-u şartiyeden olan
اِنْ
zaman-ı halden istikbal dağlarına atıyor. Huruf-u câzimeden olan
لَمْ
istikbalden mazi derelerine fırlatıyor. Zavallı
تَفْعَلُوا
her iki edatın ellerinde top gibi oyuncak olmuştur. Bu edatların bu vaziyetleri zihinleri hem maziye, hem istikbale gönderiyor ki; maziyi süslendiren belig hitabeleri, altun ile yazılan muallakatları, Kur'anın yakınına bile gelemediklerini görsünler. O sahifeyi gördükten sonra, istikbal sahifesini de ona kıyas etsinler.
تَفْعَلُوا
nun
تَاْتُوا
kelimesine tercihinde, iki nükte vardır:
Birisi: Kur'anın i'cazı, onların aczindendir. Aczleri ise, eserden olmayıp fiilden olduğuna işarettir. Yani aczlerinin menşei; Kur'anın misli değildir, o misli yapmaktandır.
İkincisi ise: İlm-i Sarf'ta
ف ع ل
bütün fiillerin terazisi olduğu gibi; üslûblarda da uzun hikâyeleri, işleri, vakıaları, kıssaları bir lafız ile ifade eden bir fezlekedir. Sanki kinaye kabîlinden cümleleri tabir eden bir zamirdir.
وَلَنْ تَفْعَلُوا
daki
لَنْ
huruf-u nâsibeden olup, dâhil olduğu fiili istikbale nakleder, müekked veya müebbed olarak istikbalde nefyeder. Demek bu cümlenin kaili, pek büyük bir itminan ve ciddiyet ile, şekk ve şübhe etmeyerek bu hükmü vermiştir. Bundan anlaşılır ki, o zâtın işlerinde hile yoktur.
Yükleniyor...