Hem kâh oluyor ki: Ef'al-i uhreviyesini öyle bir tarzda zikreder ki: Dünyevî nezairlerini ihsas etsin. Tâ istib'ad ve inkâra meydan kalmasın. Meselâ:

اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ

ilââhir.. ve

اِذَا السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْ

ilââhir.. ve

اِذَا السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْ

İşte şu surelerde, kıyamet ve haşirdeki inkılabat-ı azîmeyi ve tasarrufat-ı rububiyeti öyle bir tarzda zikreder ki, insan onların nazirelerini dünyada meselâ güzde, baharda gördüğü için, kalbe dehşet verip akla sığmayan o inkılabatı kolayca kabul eder. Şu üç surenin meal-i icmalîsine işaret dahi pek uzun olur. Onun için bir tek kelimeyi nümune olarak göstereceğiz. Meselâ:

اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ

kelimesiyle ifade eder ki: Haşirde herkesin bütün a'mali bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor. Şu mes'ele kendi kendine çok acib olduğundan akıl ona yol bulamaz. Fakat surenin işaret ettiği gibi haşr-i baharîde başka noktaların


Yükleniyor...