hazîn hazîn ağlamaktan kendimi alamamakta idim. Hattâ yanımda bulunan vâlideme dahi okudum. Okurken vâlidem ağlıyor, gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Ben de ağlamamak için nefsime cebrediyordum. Diğer taraftan da, acaba tayyedilen kısmından da biraz yazılsa idi.
Hüsrev
* * *
Ey Üstad-ı Muazzam!
Atabey'e gelen Ramazan meyvesi olan ve Ramazan-ı Şerifin hikmetlerini bildiren Söz, bizi ikaz ve bilmediğimiz hikmetleri tasrih ediyor. Okuduğum her söz, neşrettiğiniz o ulvî hakikatler için âciz lisanım tavsif ve takdirden âciz kalıyor. Ve görüyor ve anlıyorum ve öyle iman ediyorum ki; bir zaman gelecek, bu Risalât-ül Envâr ve Mektubat-ün Nur, için için ateşlenen, feveran eden bir dağ gibi hararetle nur-feşan bir menba' kuvvetine tesahub edecek. Ve belki de etmiştir. Bir düğmesine basmakla her tarafı ziyaya müstağrak eden bir elektrik dinamosu gibi, kendinden çok uzak mesafeleri ikaz ve irşad nuruyla ihata edecektir.
Nur'un eski talebesi merhum
Lütfü'nün arkadaşı Zeki
* * *
(Hüsrev'in bir fıkrasıdır)
Muhterem Efendim, sevgili Üstadım!
Yirmidokuzuncu Mektub'un bir kısmını nasıl bulduğum ferman buyuruluyor. Bu hususta ne yazabilirim, ne gibi bir fikir dermeyan edebilirim? Risalelerin her birisinin nurları bir; fakat mevzuları ayrı, güzellikleri ayrı, latiflikleri ayrı, zevkleri ayrıdır. Bu risalenin nuru diğer risaleler gibi her tarafı parlak, her köşesi güzeldir. Bilhâssa ruhlarımızı sızlatan, kalblerimizi ağlatan bu hâl-i müessife dolayısıyla, sevgili Üstadımdan bir şifa-yı âcil bekliyordum. Bu şifayı Yedinci, Sekizinci, Dokuzuncu Nükteler beklediğim devayı vermiş ise de, binler maslahat ve faideleri içinde yalnız bir maslahat için bile olmadığı halde tebdil edilen şeair-i İslâmiyeden bazıları, bizi çok me'yus ve müteessir ediyor.
Fakat sevgili Üstadım, zaman takarrüb etmiş olmalı ki; bir
Hüsrev
Ey Üstad-ı Muazzam!
Atabey'e gelen Ramazan meyvesi olan ve Ramazan-ı Şerifin hikmetlerini bildiren Söz, bizi ikaz ve bilmediğimiz hikmetleri tasrih ediyor. Okuduğum her söz, neşrettiğiniz o ulvî hakikatler için âciz lisanım tavsif ve takdirden âciz kalıyor. Ve görüyor ve anlıyorum ve öyle iman ediyorum ki; bir zaman gelecek, bu Risalât-ül Envâr ve Mektubat-ün Nur, için için ateşlenen, feveran eden bir dağ gibi hararetle nur-feşan bir menba' kuvvetine tesahub edecek. Ve belki de etmiştir. Bir düğmesine basmakla her tarafı ziyaya müstağrak eden bir elektrik dinamosu gibi, kendinden çok uzak mesafeleri ikaz ve irşad nuruyla ihata edecektir.
Nur'un eski talebesi merhum
Lütfü'nün arkadaşı Zeki
(Hüsrev'in bir fıkrasıdır)
Muhterem Efendim, sevgili Üstadım!
Yirmidokuzuncu Mektub'un bir kısmını nasıl bulduğum ferman buyuruluyor. Bu hususta ne yazabilirim, ne gibi bir fikir dermeyan edebilirim? Risalelerin her birisinin nurları bir; fakat mevzuları ayrı, güzellikleri ayrı, latiflikleri ayrı, zevkleri ayrıdır. Bu risalenin nuru diğer risaleler gibi her tarafı parlak, her köşesi güzeldir. Bilhâssa ruhlarımızı sızlatan, kalblerimizi ağlatan bu hâl-i müessife dolayısıyla, sevgili Üstadımdan bir şifa-yı âcil bekliyordum. Bu şifayı Yedinci, Sekizinci, Dokuzuncu Nükteler beklediğim devayı vermiş ise de, binler maslahat ve faideleri içinde yalnız bir maslahat için bile olmadığı halde tebdil edilen şeair-i İslâmiyeden bazıları, bizi çok me'yus ve müteessir ediyor.
Fakat sevgili Üstadım, zaman takarrüb etmiş olmalı ki; bir
Yükleniyor...