Evet geçmiş ömrü israf ettik, zayi' ettik. Çok mübarek zâtlar, ahbablar kaybettik, yalnız kaldım. O mübareklerle beraber âhirete çalışmadım.
* * *
Yirmisekizinci Mektub'un Sekizinci Mes'elesinin İkinci Nüktesi
Eğer denilse: Şu tevafukat-ı gaybiye eğer bir meziyet-i belâgat olsa idi, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan belâgatların enva'ından en ileride olduğu gibi, bu nevide de en ileri olmak lâzım gelirdi. Eğer bir meziyet-i belâgat değil, neden büyük bir ikram-ı İlahî sayıyorsunuz? Hem hangi kitab olursa olsun, bu nevi tesadüfat içinde çok bulunabilir.
Elcevab:
Kur'an-ı Hakîm
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَ اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
sırrıyla, her zamanda bir milyondan fazla hâfızların kalbinde manen yazdırmak lâzım geldiği için, hıfzı çok işkal edecek ve hâfızları çok azaltacak olan şu nevi tevafukat-ı müteşabihe, Kur'an-ı Hakîm'de çok ileri gitmemiştir. Ehl-i hıfza, rahmet içinde mutabık-ı mukteza-yı hal bir manevî belâgatı, bu meziyet-i belâgatın terkiyle yapmıştır. Çok defa kısa kesmekle, çok uzun manaları ifade etmesi gibi. Hem şu tevafukat-ı belâgat olmasa da, madem içinde eser-i kasd ve şuur görünür; kasd ve şuur ise, bilmüşahede ve bil'itiraf, müellif ve müstensihlerin değil, elbette bir dest-i gaybînin tanzimiyledir. Ve o dest-i gaybînin bu tarz müdahalesi ise, alâmet-i kabuldür ve rızaya emaredir. Ve bu emare de remz eder ki; yazılan hakikatlar kusursuzdur, hak bir surette gösterilmiştir.
Amma sair kitablarda şu nevi tevafukat bulunuşu tesadüfe verilebilir. Fakat şu risalelerdeki şuurlu tevafukat-ı gaybiyeyi, bütün gören zâtların ittifakıyla, şuursuz tesadüfe havale edilemez ve verilmesine imkân verilmiyor. Hattâ en mühim iki müstensih ve bizler, değil ki bir risalenin umumunda; bir tek sahife kanaat verir ki, tesadüf karışamaz, haddi değildir. Çünki misil olarak iki-üç kelime bulunur; birbirine bakar öyle bir vaziyette ki, zahiren bir kasdı irae ediyor.
Yirmisekizinci Mektub'un Sekizinci Mes'elesinin İkinci Nüktesi
Eğer denilse: Şu tevafukat-ı gaybiye eğer bir meziyet-i belâgat olsa idi, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan belâgatların enva'ından en ileride olduğu gibi, bu nevide de en ileri olmak lâzım gelirdi. Eğer bir meziyet-i belâgat değil, neden büyük bir ikram-ı İlahî sayıyorsunuz? Hem hangi kitab olursa olsun, bu nevi tesadüfat içinde çok bulunabilir.
Elcevab:
Kur'an-ı Hakîm
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَ اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
sırrıyla, her zamanda bir milyondan fazla hâfızların kalbinde manen yazdırmak lâzım geldiği için, hıfzı çok işkal edecek ve hâfızları çok azaltacak olan şu nevi tevafukat-ı müteşabihe, Kur'an-ı Hakîm'de çok ileri gitmemiştir. Ehl-i hıfza, rahmet içinde mutabık-ı mukteza-yı hal bir manevî belâgatı, bu meziyet-i belâgatın terkiyle yapmıştır. Çok defa kısa kesmekle, çok uzun manaları ifade etmesi gibi. Hem şu tevafukat-ı belâgat olmasa da, madem içinde eser-i kasd ve şuur görünür; kasd ve şuur ise, bilmüşahede ve bil'itiraf, müellif ve müstensihlerin değil, elbette bir dest-i gaybînin tanzimiyledir. Ve o dest-i gaybînin bu tarz müdahalesi ise, alâmet-i kabuldür ve rızaya emaredir. Ve bu emare de remz eder ki; yazılan hakikatlar kusursuzdur, hak bir surette gösterilmiştir.
Amma sair kitablarda şu nevi tevafukat bulunuşu tesadüfe verilebilir. Fakat şu risalelerdeki şuurlu tevafukat-ı gaybiyeyi, bütün gören zâtların ittifakıyla, şuursuz tesadüfe havale edilemez ve verilmesine imkân verilmiyor. Hattâ en mühim iki müstensih ve bizler, değil ki bir risalenin umumunda; bir tek sahife kanaat verir ki, tesadüf karışamaz, haddi değildir. Çünki misil olarak iki-üç kelime bulunur; birbirine bakar öyle bir vaziyette ki, zahiren bir kasdı irae ediyor.
Yükleniyor...