İKİNCİ KISIM:
Nur talebelerinin hüsn-ü akibetleri hakkında:
Mustafa Sungur Ağabey anlattı:
“Bir gün onbirinci şua’ olan Meyve Risalesi’nde bir talebe-i ulumun münker ve nekir ona dediği zaman, ona Men mübtedadır, Rabbüke onun haberidir, bahsi okunurken, Üstâd’ımız buyurdular ki; “Nasıl Denizli mahkemesinde merhum Hafız Ali, ellerini kollarını sallıyarak müdafaa yaptığı gibi; vefat edip kabre konulduğu gece, ben kalben baktım gördüm ki; Hafız Ali aynen mahkemede yaptığı müdafaa tarzında, yine meyvenin hakikatlarıyla Münker ve Nekire cevab veriyordu.”
Kayser Hoca anlattı: (Aslen Bitlisli olup şimdi İstanbul Çağlayan’da oturur)
“Üstâd Hazretlerinin eski talebelerinden olan ve son hayatını İstanbul’da bitiren Seyyid Şefik Efendi’nin son vefat hastalığı sırasında ziyaretine gitmiştim. Hacdan da yeni dönmüştüm. Seyyid Şefik son saatlerini yaşıyordu. Biraz oturdum, ayrılmak için ayağa kalkarak elini öptüm, müsaade istedim. Beni yeni tanıdı ve elimden tuttu, dedi: “Bu bizim Kayser değil mi?” Evet Seyda, dedim. Bunun üzerine işaret ederek oturmamı istedi. Oturdum, zemzem suyunu pamukla dudaklarını ıslatmamı istedi. Öyle yaptım. Biraz sonra dedi ki: “Kayser! Hani biliyorsun ya, ben imanımın hüsn-ü hatimesi için hep ağlardım ya... şimdi bunu müjde edebilirim ki; ilhamen benim Risale-i Nur talebesi olmaklığımla imanım hüsn-ü hatime ile neticelenecek inşaallah”.
Yine Mustafa Sungur Ağabey anlattı:
“Bir gün Üstâd’ımızla beraber Mesnevi’yi okuyorduk. Buyurmuşlardı: “İnşaallah bu derslerimizin mükâfatı olarak, Berzah âleminde yıldızdan yıldıza beraber uçar gezeriz.”
ÜÇÜNCÜ KISIM:
Sair hususi işler ve mahrem mes’eleler:
Ağrı’lı gazeteci Celâl Başer anlatınış:
“Üstâd’ı ilk ziyaretimde, Doğu Beyazidli ve kendisinin hocası şeyh Muhammed Celâlî Hazretlerinin oğlu Sıddık Efendi’yi sordu.şahsen tanıdığımı söyledim. Çok memnun oldular. Sıhhat haberlerine ayrıca sevindiler. Sıddık Efendi’nin bir hikâyesi vardı ki, o anda Üstâd’a anlatamadım. Hikâye şöyledir:
Nur talebelerinin hüsn-ü akibetleri hakkında:
Mustafa Sungur Ağabey anlattı:
“Bir gün onbirinci şua’ olan Meyve Risalesi’nde bir talebe-i ulumun münker ve nekir ona dediği zaman, ona Men mübtedadır, Rabbüke onun haberidir, bahsi okunurken, Üstâd’ımız buyurdular ki; “Nasıl Denizli mahkemesinde merhum Hafız Ali, ellerini kollarını sallıyarak müdafaa yaptığı gibi; vefat edip kabre konulduğu gece, ben kalben baktım gördüm ki; Hafız Ali aynen mahkemede yaptığı müdafaa tarzında, yine meyvenin hakikatlarıyla Münker ve Nekire cevab veriyordu.”
Kayser Hoca anlattı: (Aslen Bitlisli olup şimdi İstanbul Çağlayan’da oturur)
“Üstâd Hazretlerinin eski talebelerinden olan ve son hayatını İstanbul’da bitiren Seyyid Şefik Efendi’nin son vefat hastalığı sırasında ziyaretine gitmiştim. Hacdan da yeni dönmüştüm. Seyyid Şefik son saatlerini yaşıyordu. Biraz oturdum, ayrılmak için ayağa kalkarak elini öptüm, müsaade istedim. Beni yeni tanıdı ve elimden tuttu, dedi: “Bu bizim Kayser değil mi?” Evet Seyda, dedim. Bunun üzerine işaret ederek oturmamı istedi. Oturdum, zemzem suyunu pamukla dudaklarını ıslatmamı istedi. Öyle yaptım. Biraz sonra dedi ki: “Kayser! Hani biliyorsun ya, ben imanımın hüsn-ü hatimesi için hep ağlardım ya... şimdi bunu müjde edebilirim ki; ilhamen benim Risale-i Nur talebesi olmaklığımla imanım hüsn-ü hatime ile neticelenecek inşaallah”.
Yine Mustafa Sungur Ağabey anlattı:
“Bir gün Üstâd’ımızla beraber Mesnevi’yi okuyorduk. Buyurmuşlardı: “İnşaallah bu derslerimizin mükâfatı olarak, Berzah âleminde yıldızdan yıldıza beraber uçar gezeriz.”
ÜÇÜNCÜ KISIM:
Sair hususi işler ve mahrem mes’eleler:
Ağrı’lı gazeteci Celâl Başer anlatınış:
“Üstâd’ı ilk ziyaretimde, Doğu Beyazidli ve kendisinin hocası şeyh Muhammed Celâlî Hazretlerinin oğlu Sıddık Efendi’yi sordu.şahsen tanıdığımı söyledim. Çok memnun oldular. Sıhhat haberlerine ayrıca sevindiler. Sıddık Efendi’nin bir hikâyesi vardı ki, o anda Üstâd’a anlatamadım. Hikâye şöyledir:
Yükleniyor...