“Üstâd’ın Barla’dan Isparta’ya gelmesine yakın günlerde bir mektubu geldi. Mektupda “Kardeşim ben burada muallim ve nahiye müdürünün ezalarına tahammnl edemez hale geldim. Beni çok rahatsız ediyorlar. Kırlara dahi çıkamaz oldum. Rutubetli odada, kabirde yaşar gibi yaşıyorum:”
Mektubu alır almaz, kendi kendime “bu Vali dinsiz değildir” diyerek doğruca valiye gittim. Sabah erken, sekizde gitmiştim. Kâtip hayrola telâşlısın, bir şeyin mi var? diye sordu. Ben, valiye bir mektub vereceğim dedim. Kâtip, Vali dokuz da gelecek... mektubu bana ver, ben vereyim, diye elimden mektubu aldı.
Kâtip, mektubu vali beyin masasına bıraktı. Vali gelince mektubu açıp okumuş, cebine koymuş.. Kimin getirdiğini bile sormamış.
Ertesi günü, Hazret-i Üstâd’ı Barla’dan Isparta’ya getirmişlerdi.
{Valinin ismi M. Feyzi Daldal mı bilemiyoruz.Vali Beyi Üstâd’ın Ispartalı talebelerine halini şikayet eden bir tek mektubu üzerine Üstâd’ı hemen Barla’dan getirecek durum ve yetki de değildir gibi geliyor bana... Olsa olsa, bir tevafuk eseri olarak Üstâd’ın Barla’dan Isparta’ya nakledilmesine emirler ve kararlar verildiği günlerde, mektup hadisesi de buna denk gelmiş olabilir. A.B.}
yine Üstâd, eskiden Burdur’dan Isparta’ya geldiği zaman, kaldığı medreseye inmişti. Geldiği saatte de ben ziyaretine gitmiştim. Mübarek Üstâd’ım bana:
“Koku mu aldın da hemen geldin!..” diye lâtife etti. Eski medresede beş on gün kaldıktan sonra, Kelle Mehmed’in evine gitti. Orada bir kaç gün kaldıktan sonra da, Şükrü Efendi’nin köşküne geçti.. ve burada yedi ay kadar kaldı.”
Tenekeci Mehmed Efendi’nin bir de Eskişehir hapis hadisesiyle ilgili hatırası da vardır. Onu da hemen burada kaydediyoruz:
“Sonra Eskişehir hadisesi oldu. Üstâd’ın yanına gelip giden ne kadar talebesi varsa, onları da taharri ettiler. Bir arkadaş geldi, bizi de haberdar etti. Evde ne kadar Nur risaleleri, İslâmi ve dinî kitaplar varsa hepsini bahçeye gömdüm. On sekiz tane polis geldi. Soba borularının deliklerine kadar aradılar. Neticede “Aramada bir şey bulunmadı’ diye zabıt tutup gittiler. Fakat ben yine hazırlanıyordum. Bizi de Üstâd’la beraber Eskişehire götürecekler diye... Guslettim, toparlanıyordum. Amma beni götürmediler.
Hadiseden sonra, fırka kumandanı Şükrü Paşa’ya gittik. Dahiliye Vekiline kafa tutuyordu. “Nedir bu hal?” diye bağırıyordu. Ben burada bostan korkuluğu muyum? Dışardan asker getiriyorlar. Ben bu işi yapamaz mıydım” diyordu.
Üstâd’ı götürüyorlardı, dayanamadım, ben de gitmek istedim. Üstâd’a koştum, elini öptüm. Üstâd bana sırtını döndü. “Sen durma git buradan,
Mektubu alır almaz, kendi kendime “bu Vali dinsiz değildir” diyerek doğruca valiye gittim. Sabah erken, sekizde gitmiştim. Kâtip hayrola telâşlısın, bir şeyin mi var? diye sordu. Ben, valiye bir mektub vereceğim dedim. Kâtip, Vali dokuz da gelecek... mektubu bana ver, ben vereyim, diye elimden mektubu aldı.
Kâtip, mektubu vali beyin masasına bıraktı. Vali gelince mektubu açıp okumuş, cebine koymuş.. Kimin getirdiğini bile sormamış.
Ertesi günü, Hazret-i Üstâd’ı Barla’dan Isparta’ya getirmişlerdi.
{Valinin ismi M. Feyzi Daldal mı bilemiyoruz.Vali Beyi Üstâd’ın Ispartalı talebelerine halini şikayet eden bir tek mektubu üzerine Üstâd’ı hemen Barla’dan getirecek durum ve yetki de değildir gibi geliyor bana... Olsa olsa, bir tevafuk eseri olarak Üstâd’ın Barla’dan Isparta’ya nakledilmesine emirler ve kararlar verildiği günlerde, mektup hadisesi de buna denk gelmiş olabilir. A.B.}
yine Üstâd, eskiden Burdur’dan Isparta’ya geldiği zaman, kaldığı medreseye inmişti. Geldiği saatte de ben ziyaretine gitmiştim. Mübarek Üstâd’ım bana:
“Koku mu aldın da hemen geldin!..” diye lâtife etti. Eski medresede beş on gün kaldıktan sonra, Kelle Mehmed’in evine gitti. Orada bir kaç gün kaldıktan sonra da, Şükrü Efendi’nin köşküne geçti.. ve burada yedi ay kadar kaldı.”
Tenekeci Mehmed Efendi’nin bir de Eskişehir hapis hadisesiyle ilgili hatırası da vardır. Onu da hemen burada kaydediyoruz:
“Sonra Eskişehir hadisesi oldu. Üstâd’ın yanına gelip giden ne kadar talebesi varsa, onları da taharri ettiler. Bir arkadaş geldi, bizi de haberdar etti. Evde ne kadar Nur risaleleri, İslâmi ve dinî kitaplar varsa hepsini bahçeye gömdüm. On sekiz tane polis geldi. Soba borularının deliklerine kadar aradılar. Neticede “Aramada bir şey bulunmadı’ diye zabıt tutup gittiler. Fakat ben yine hazırlanıyordum. Bizi de Üstâd’la beraber Eskişehire götürecekler diye... Guslettim, toparlanıyordum. Amma beni götürmediler.
Hadiseden sonra, fırka kumandanı Şükrü Paşa’ya gittik. Dahiliye Vekiline kafa tutuyordu. “Nedir bu hal?” diye bağırıyordu. Ben burada bostan korkuluğu muyum? Dışardan asker getiriyorlar. Ben bu işi yapamaz mıydım” diyordu.
Üstâd’ı götürüyorlardı, dayanamadım, ben de gitmek istedim. Üstâd’a koştum, elini öptüm. Üstâd bana sırtını döndü. “Sen durma git buradan,
Yükleniyor...