gösterse; ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir. Eğer o adamın tahkiratı, benim îmâna ve Kur’ân’a hizmetkârlığım sıfatıma ait ise, o bana ait değil. O adamı, beni istihdam eden Sâhib-i Kur’ân’a havale ediyorum. O Azîz’dir, Hakîm’dir. Eğer sırf beni sövmek, tahkir etmek çürütmek nev’inden ise; o da bana ait değil. Ben menfî ve esir ve garib ve elim bağlı olduğundan, haysiyetimi kendi elimle düzeltmeye çalışmak bana düşmez. Belki misafir olduğum ve bana nezaret eden şu köye, sonra kazaya, sonra vilâyete hükmedenlere âittir. Bir insanın elindeki esîrini tahkir etmek, sâhibine aittir; o mûdafaa eder. Madem hakikat budur, dedim. O vâkıayı olmamış gibi saydım, unuttum. Fakat maatteessûf sonra anlaşıldı ki, Kur’ân onu helâl etmemiş...

İkinci Hikâye: şu senede işittim ki, bir hâdise olmuş.

{Bu Hadise, 1930’da vuku’ bulan Ağrı dağı isyanıdır.. veya ayni senenin aralık ayında zuhûreden Menemen vak’asıdır. A.B.}



O hâdisenin vukuundan sonra yalnız icmâlen vukuunu işittiğim halde, o vâkıa ile ciddî

alâkadar imişim gibi bir muamele gördüm. Zaten muhabere etmiyordum; etsem de pek nâdir olarak bir mes’ele-i îmâniyeyi bir dostuma yazardım. Hattâ dört senede kardeşime birtek mektup yazdım. Ve ihtilâttan hem ben kendimi menediyordum, hem de ehl-i dünya beni menediyordu. Yalnız bir-iki ahbab ile, haftada bir def’a görüşebiliyordum. Köye gelen misafirler ise; ayda bir-ikisi bâzı bir-iki dakika bir mes’ele-i âhirete dâir benimle görüşüyordu. Bu gurbet hâlimde; garib, yalnız, kimsesiz, nafaka için çalışmaya benim gibilere muvâfık olmıyan bir köyde, her şeyden, herkesten men’edildim. Hattâ dört sene evvel, harap olmuş bir câmiyi tâmir ettirdim. Memleketimde imamlık ve vâizlik vesikam elimde olduğundan, o câmide dört senedir (Allah kabûl etsin) imamlık ettiğim halde, şu mübârek geçen Ramazanda mescide gidemedim. Bâzan yalnız namazımı kıldım. Cemâatle kılınan namazın yirmibeş sevabından ve hayrından mahrum kaldım.

İşte başıma gelen bu iki hâdiseye karşı, aynen iki sene evvel, o memurun bana karşı muamelesine gösterdiğim sabır ve tahammülü gösterdim. İnşâallah devam da ettireceğim. şöyle de düşünüyorum ve diyorum ki: Eğer ehl-i dünya tarafından başıma gelen şu eziyet, şu sıkıntı, şu tazyik, ayıplı ve kusurlu nefsim için ise, helâl ediyorum. Benim nefsim belki bununla ıslâh-ı hâl eder; hem ona keffaret-üz-zünûb olur. Dünya misafirhanesinin safâsını çok gördüm; azıcık cefasını görsem, yine şükrederim. Eğer îmâna ve Kur’ân’a hizmetkârlığım cihetiyle ehl-i dünya beni tazyik ediyorsa, onun müdafaası bana ait değil. Onu, Azîz-i Cebbâr’a


Yükleniyor...