Ben dünyanın halini bilmiyorum, fakat Avrupa’da istilâkârane hükmeden ve edyan-ı semaviyeye dayanmayan dehşetli cereyanın istilâsına karşı, Risale-i Nur’un hakiatları bir kal’a olduğu gibi; Âlem-i İslâm’ın ve Asya kıt’asının hal-i hazırdaki i’tiraz ve ittihamını izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeye bir mu’cize-i Kur’âniyedir. Bu memleketin vatanperver siyasileri çabuk aklını başına alıp, Risale-i Nur’u tab’ ederek, resmi neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belâya karşı siper olsun.
Acaba bu yirmi sene zarfında ıman-ı tahkikiyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olmasaydı, bu dehşetli asırda acib inkilâb ve infilâklarda bu mübarek vatan Kur’ânını ve imanını dehşetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi? Her ne ise...”
{Elyazma Emirdağ-1 aslı, s: 157.}
Hazret-i Üstâd’ın beyanındaki o arzu, o sıra sadece evvela Asa-yı Musa’yı tab’ ve serbestçe neşir idi. Aynı zamanda ehl-i siyasetten Nurları resmen tab’ ettirip neşrettirmek de istiyordu. “Matbuat âlemiyle konuşmak...” ifadesi sadece bu manayı ifade etmekte idi. Ancak o sıra matbaa işi mümkin olmayacak, siyasilerin akılları ise, başka yerde ve başka sahada olduğu için, Cenab-ı Hak teksir makinelerini imdada gönderecekti. Risale-i Nur böylece matbuat âlemiyle bir nevi yarı nisbetinde tezahüre başlamış oluyordu.
Hazret-i Üstâd’ın 1945’lerde yazmış olduğu mektubundaki bu açık ve kesin ve belli ifade ve muradı, sadece Risale-i Nur neşri iken; bilâhare bazı zatlar, Risale-i Nur camiası adına bir gazetenin çıkarılmasına ve siyasete karışılmasına fetva şeklinde göstermeye yeltendiler. Lâkin bu çok hatalı görüşün, hem zaman ve hem de zemin zararlarını ortaya koydu ve gösterdi.
Yükleniyor...