“Emin ve Tahsin ve Hilmi’nin bir fıkrasıdır:

Bu günlerde ziyade bir hassasiyetle risalelere bakıldığından; ınayetin himayeti dahi bir nevi hassasiyet ile ikramını gösterdi. Gayet cüz’î bir nümûnesi şudur ki: Risalet-ün Nur şâkirtlerinin maişet cihetinde bir ikram-ı İlâhi ve küçük fakat şayan-ı hayret ve gayet lâtif bir tevafuk, bir vakıa; Risale-i Nur hizmetinin şüphesiz bir kerametidir. Evet, Risale-i Nur’un bir silsile-i Kerametinin bir menba’ı olan tevafuk, bu vakıada o cinsten altı adet tevafukatın ittifakı ise, tesadüf ihtimalini kökü ile keser diye hükmettik şöyle ki:

Bir kaç günden beri Üstâdımızın ziyaretine gitmediğimizden, kardeşim Emin ile beraber Üstâdımızın ziyaretine gittik. ıkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra, bize emretti ki: “Size yemek yedireceğim. Burada ta’yininiz var. Mükerreren, yemezseniz bana dokuz zarar olur.” dedi. “Çünkü yiyeceğinize karşı, Cenab-ı Hak gönderecek.” Yemek yemekten affımızı rica ettik ise de emretti: “Rızkınızı yeyin, bana gelir.” emrini kırmamak için lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmek ile yemeye başladık. Daha sofrada iken, ümit edilmeyen vakitte ve bir tarzda aynı miktarda, bir adam geldi, elinde yediğimiz kadar taze ekmek.. aynı yediğimiz miktarda fındık kadar tereyağı ve diğer


Yükleniyor...