Bilâhare Denizli ve Afyon hapislerinde de tekerrür eden ayni bu vaka, resmî ihBarlara ve şayi’alara sebeb olduktan sonra, Hazret-i Üstâd onu şöyle zarifane bir şekilde Afyon hapsindeki talebelerine açıklamış:

“...Bir zaman meşhur bir allâmeyi harbin müteaddit cephesinde cihada gidenler görmüşler. Ona demişler... O da demiş: “Bana sevab kazandırmak ve derslerimden ehl-i imanı istifade ettirmek için, benim şeklimde bazı evliyalar benim yerimde işler görmüşler.”

Aynen bunun gibi, Denizli’de camilerde beni gördükleri, hatta resmen ihbar edilmiş ve müdûr ve gardiyana aksetmiş. Bazıları telâş ederek: “Kim ona hapishane kapısını açıyor?” demişler: Hem burada dahi aynen öyle oluyor. Halbuki benim çok kusurlu, ehemmiyetsiz şahsiyetime pek cüz’î bir harika isnadına bedel; Risale-i Nur’un harikalarını ispat edip gösteren Sikke-i Gaybî mecmuası yüz derece, belki bin derece ziyade Nurlara i’timat kazandırır ve makbuliyetine imza basar. Hususan Nur’un kahraman talebeleri hakikaten harika halleri ve kalemleriyle imza basıyorlar.

Said-i Nursi”

{şualar Envar Neşriyat, s: 453.}



Evet Hazret-i Üstâd hadiseyi böylece reddetmeyip tasdik etmekle beraber, hem cüz’ilik ve küçüklük ile tavsif ediyor.. Hem de anlatış şekli içinde, hakikatını beyan ederek şahsiyetini de setretmek istiyor.

Acibdir ki, bizim gibi avam insanlar için çok harika olarak karşılanan bu vak’ayı, çok cüz’ î ve basit olarak niteleyen Hazret-i Üstâd, daha çok acib ve daha garib harika halleri gösterme imkânına izn-i ilahi ile sahip olduğunu anlatmak istemiş ve işaret etmiş olmakla beraber; Allah’ın kâinatta koyduğu sebeb ve adetlerine riayet yolunda her sıkıntıyı, her musibeti ve her türlü zehirli ihanetleri de, su-i kasdları da sabr içinde çekmesini bilmiş ve yapmıştır. Hem keramet ve benzeri gibi şeylere -Avukat Kemal Taner’in hatırasında görüldüğü üzere- oyuncak balon nazarıyla bakarak fazla ehemmiyet vermemiştir.

Fakat bütün bunlara rağmen, çok nâdir olarak; bir kısım zavallı insanların dünyayı başı boş, sahipsiz ve herşeyin sadece kuvvet ve cebirde olduğunu sanmalarının yanlışlığını.. Ve ona ve talebelerine yaptıkları keyfi, zulümkârane muamelelerinin hatalı olduğunu.. Ve kendilerinin sahipsiz olmadıklarını ve ancak hakikî kuvvet ve hâkimiyet sahibinin Cenab-ı Hak olduğunu ve saire için; ve zavallı zalimleri birazcık olsun düşündürmeye sevk etmek hikmetiyle zarurî olarak öylesi hallerin Bediüzzaman’da ara sıra görülmesi ve gösterilmesi olmuştur denilebilir.

Yükleniyor...