İfade-i meram
Malûm olsun ki, bana deniliyor: insanlar diyorlarmış ki; “Onun eserlerinin çok yerlerini anlayamıyoruz. Böyle kalırsa, bu eserlerin zayi’ olmasından korkulur.”
Ben de derim: Her şeyin anahtarı elinde olan “Cenab-ı Hakk’ın izniyle inşâallah zayi olmayacaklardır. Ve bir zaman gelecek, ekser dindar mütefekkirler, onları anlayacaklardır. Çünkü bu risaledeki ekser mes’eleleri; nefsimde tecrübe ettiğim, Furkan-ı Hakîm’in bana i’ta etmiş olduğu ilâçlardır. Bununla beraber mümkündür ki, sair insanlar, benim bitamamihâ anladığım gibi anlamasınlar. Zira benim nefsim su-i ihtiyarıyla baştan ayağa dek, çeşitli yaralarla mülemma’ olmuştur. Öyle ise, hayat-ı kalbiyesi selim olan kimseler; heva-i nefis yılanının ısırmasından hastalanan kimse gibi, tiryakın derece-i te’sirini anlayamaz.
Hem de ben sünûhat-ı kalbiyemde, izahât için tasarruf yapmıyorum ki, tahririnden gelen acz ve tağyirinden gelen havf dolayı.. Ancak kalbime doğduğu gibi yazıyorum.
Hem de ben, sair mütekellimînin hilafına olarak, kendi yerimde ve kendime hitaben konuşuyorum. Bana dönük olan samiîn makamında değil. Çünkü onlar kendi nefislerini samiîn makamında farzederek öyle konuşuyorlar. Anlaşılıyor ki; benim kitabımın önü ve doğu yüzü bana dönük olup, onun ma’kûsu ve ters tarafı sami’a bakıyor. O halde sâmi’olan zatın, ayinede görünen yazıyı okur gibi kendisine zorlaşıyor. Madem ki ben onun makamına gitmiyorum. O halde o, kendi hayalini tenezzülen bana göndersin ki, ben onu başımdaki gözümde misafir edeyim de, tâ o da benim gördüğüm gibi görsün.
Şimdi burada emanetin hakkını eda etmek niyetiyle, Cenab-ı Hakk’ın tevfikiyle derim ki: Ben, ‘Nokta, Katre ve Katre’nin Zeyli, Zerre, Şemme, Habbe’ ve sair risalelerimde müteferrik hadsiyatı ve parça parça aynaları dercetmişim. Eğer Cenab-ı Hakk’ın izniyle bir zaman gelir, birisi bütün bu müteferrik hadsleri ve parça parça aynaları tahrir ve tasvir edip birleştirirse; öyle bir ayna onlardan çıkabilir ki, aynelyakînin nuru o
Malûm olsun ki, bana deniliyor: insanlar diyorlarmış ki; “Onun eserlerinin çok yerlerini anlayamıyoruz. Böyle kalırsa, bu eserlerin zayi’ olmasından korkulur.”
Ben de derim: Her şeyin anahtarı elinde olan “Cenab-ı Hakk’ın izniyle inşâallah zayi olmayacaklardır. Ve bir zaman gelecek, ekser dindar mütefekkirler, onları anlayacaklardır. Çünkü bu risaledeki ekser mes’eleleri; nefsimde tecrübe ettiğim, Furkan-ı Hakîm’in bana i’ta etmiş olduğu ilâçlardır. Bununla beraber mümkündür ki, sair insanlar, benim bitamamihâ anladığım gibi anlamasınlar. Zira benim nefsim su-i ihtiyarıyla baştan ayağa dek, çeşitli yaralarla mülemma’ olmuştur. Öyle ise, hayat-ı kalbiyesi selim olan kimseler; heva-i nefis yılanının ısırmasından hastalanan kimse gibi, tiryakın derece-i te’sirini anlayamaz.
Hem de ben sünûhat-ı kalbiyemde, izahât için tasarruf yapmıyorum ki, tahririnden gelen acz ve tağyirinden gelen havf dolayı.. Ancak kalbime doğduğu gibi yazıyorum.
Hem de ben, sair mütekellimînin hilafına olarak, kendi yerimde ve kendime hitaben konuşuyorum. Bana dönük olan samiîn makamında değil. Çünkü onlar kendi nefislerini samiîn makamında farzederek öyle konuşuyorlar. Anlaşılıyor ki; benim kitabımın önü ve doğu yüzü bana dönük olup, onun ma’kûsu ve ters tarafı sami’a bakıyor. O halde sâmi’olan zatın, ayinede görünen yazıyı okur gibi kendisine zorlaşıyor. Madem ki ben onun makamına gitmiyorum. O halde o, kendi hayalini tenezzülen bana göndersin ki, ben onu başımdaki gözümde misafir edeyim de, tâ o da benim gördüğüm gibi görsün.
Şimdi burada emanetin hakkını eda etmek niyetiyle, Cenab-ı Hakk’ın tevfikiyle derim ki: Ben, ‘Nokta, Katre ve Katre’nin Zeyli, Zerre, Şemme, Habbe’ ve sair risalelerimde müteferrik hadsiyatı ve parça parça aynaları dercetmişim. Eğer Cenab-ı Hakk’ın izniyle bir zaman gelir, birisi bütün bu müteferrik hadsleri ve parça parça aynaları tahrir ve tasvir edip birleştirirse; öyle bir ayna onlardan çıkabilir ki, aynelyakînin nuru o
Yükleniyor...