Üçüncü Nokta: Bu iki Said’in münazarasıyla, nefis ve şeytanın tam mağlub edilmesi ve susturulması gibi, Risale-i Nur dahi yaralanmış talib-i hakikatı kısa bir zamanda tedavi ettiği gibi, ehl-i ilhad ve dalâleti de tam ilzam ve iskât ediyor. Demek bu Arabî Mesnevî mecmuası, Risale-i Nur’un bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir. Ve bu mecmuanın yalnız dâhilî nefis ve şeytanla mücadelesi, nefs-i emmarenin ve şeytan-ı cinnî ve insînin şübehatından tamamıyla kurtarıyor. Ve o malûmat ise, meşhudat hükmünde ve ilmelyakîn ise, aynelyakîn derecesinde bir itminan, bir kanaat veriyor.
Dördüncü Nokta: Eski Said ilm-i hikmet ve ilm-i hakikatin çok derin mes’eleleriyle meşgul olması ve büyük ülemalarla derin meselelerde münazarası ve medresenin yüksek derslerini gören eski talebelerinin fehimlerinin derecesine göre yazması ve Eski Said’in de terakkiyat-ı fikriye ve kalbiyesinde, yalnız kendisi anlayacak bir surette, gayet kısa cümlelerle ve gayet muhtasar bir ifade ile uzun hakikatlerine kısa kelimelerle işaretler nev’inden o mecmuayı yazdığı için, bir kısmını en müdakkik âlimler de zorla anlayabilir. Eğer tam izah edilse idi, Risale-i Nur’un mühim bir vazifesini görecekti. Demek o fidanlık Mesnevî, turuk-u hafiye gibi enfüsî ve dâhilî cihetinde çalışmış; kalb ve ruh içinde yol açmaya muvaffak olmuş. Bahçesi olan Risale-i Nur, hem enfüsî, hem ekser cihetinde turuk-u cehriye gibi afakî ve haricî daireye bakıp marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış. Âdeta Hz. Musa’nın (Aleyhisselâm) asâsı gibi nereye vurmuş ise su çıkarmış… Hem Risale-i Nur, hükema ve ülemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’an’ın bir i’caz-ı
Yükleniyor...