İşte
وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى
Vâcib-ül Vücud'un mahiyet-i kudsiyesi, mahiyat-ı mümkinat cinsinden değildir. Belki bütün hakaik-i kâinat, o mahiyetin esma-i hüsnasından olan Hak isminin şualarıdır. Madem mahiyet-i mukaddesesi hem Vâcib-ül Vücud'dur, hem maddeden mücerreddir, hem bütün mahiyata muhaliftir; misli, misali, mesîli yoktur. Elbette o Zât-ı Zülcelal'in o kudret-i ezeliyesine nisbeten bütün kâinatın idaresi ve terbiyesi; bir bahar, belki bir ağaç kadar kolaydır. Haşr-i a'zam ve dâr-ı âhiret, Cennet ve Cehennem'in icadı; bir güz mevsiminde ölmüş ağaçların yeniden bir baharda ihyaları kadar kolaydır.
Üçüncü Sır:
Adem-i tahayyüz ve adem-i tecezzinin nihayet derecede olan kolaylığa sebebiyet vermelerinin sırrı ise şudur ki: Madem Sâni'-i Kadîr mekândan münezzehtir, elbette kudretiyle her mekânda hazır sayılır. Ve madem tecezzi ve inkısam yoktur; elbette her şeye karşı, bütün esmasıyla müteveccih olabilir. Ve madem heryerde hazır ve herşey'e müteveccih olur.. öyle ise mevcudat ve vesait ve ecram onun ef'aline mümanaat etmez, ta'vik etmez, belki -hiç lüzum yok, farazâ lüzum olsa- elektriğin telleri gibi ve ağacın dalları gibi ve insanın damarları gibi; eşya, vesile-i teshilat ve vasıta-i vusul-ü hayat ve sebeb-i sür'at-i ef'al hükmüne geçer. Ta'vik, takyid, men' ve müdahale şöyle dursun; belki teshil ve tesri' ve îsale vesile hükmüne geçer. Demek Kadîr-i Zülcelal'in tasarrufat-ı kudretine herşey itaat ve inkıyad cihetinde -ihtiyaç yok- eğer ihtiyaç olsa kolaylığa vesile olur.
Elhasıl:
Sâni'-i Kadîr külfetsiz, mualecesiz, sür'atle, sühuletle herşey'i o şey'e lâyık bir surette halkeder. Külliyatı, cüz'iyat kadar kolay icad eder. Cüz'iyatı, külliyat kadar san'atlı halkeder. Evet külliyatı ve semavatı ve arzı halkeden kimse, semavat ve arzda olan cüz'iyatı ve efrad-ı zîhayatiyeyi halkeden elbette yine odur ve ondan başka olamaz. Çünki o küçük cüz'iyat; o külliyatın meyveleri, çekirdekleri,
Yükleniyor...