مَا يَفْتَحِ اللّٰهُ لِلنَّاسِ مِنْ رَحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَاۚ وَمَا يُمْسِكْۙ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ﴿٢﴾

Allah insanlara rahmetten neyi açarsa, onu tutucu yoktur. Neyi de tutarsa, onu gönderici yoktur. O, mutlak galip, hikmet sahibidir.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۜ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ﴿٣﴾

Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Allah’tan başka size gökten ve yerden rızk verecek bir yaratıcı var mıdır? O’ndan başka ilah yoktur. Nasıl da (tevhidden) çevriliyorsunuz?

{“İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği nimetler, ister âfâkî olsun ister enfüsî olsun, bazı şerâit altında insana gelip vusul buluyor. Meselâ: Ziya, hava, gıda, savt ve sadâ gibi nimetlerden insanın istifade edebilmesi ancak göz, kulak, ağız, burun gibi vesâitin açılmasıyla olur. Bu vesâit, Allah’ın halk ve îcadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyarında yalnız o vesâiti açmaktır.”

“Binaenaleyh o nimetleri yolda bulmuş gibi sahibsiz, hesabsız olduğunu zannetmesin. Ancak Mün’im-i Hakikî’nin kasdıyla gelir, insan da ihtiyarıyla alır. Sonra ihtiyaca göre in’am edenin irâdesiyle bedeninde intişar eder.” (MN., Hubab, s.94)}


وَاللّٰهُ الَّذ۪ٓى اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَابًا فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ كَذٰلِكَ النُّشُورُ﴿٩﴾

Allah O (Zattır) ki rüzgârları gönderir; onlar da bulutu savurur. Biz de onu ölü bir beldeye sürdük de, onunla ölümünden sonra yeri dirilttik. İşte dirilme de böyledir.

{“Zemin ile âsuman ortasında muallakta durdurulan bulut, gayet hakîmane ve rahîmane bir tarzda zemin bahçesini sular ve zemin ahalisine âb-ı hayat getirir ve harareti (yani yaşamak ateşinin şiddetini) ta’dil eder ve ihtiyaca göre her yerin imdadına yetişir. Ve bu vazifeler gibi çok vazifeleri görmekle beraber, muntazam bir ordunun acele emirlere göre görünmesi ve gizlenmesi gibi; birden cevvi dolduran o koca bulut dahi gizlenir, bütün eczaları istirahata çekilir, hiçbir eseri görülmez. Sonra ‘Yağmur başına arş!’ emrini aldığı anda; bir saat, belki birkaç dakika zarfında toplanıp cevvi doldurur, bir kumandanın emrini bekler gibi durur.” (Ş., Yedinci Şua, Birinci Makamın İkinci Mertebesi, s.107)

“Evet, câmid şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru, muhtaç olan zîhayatların imdadına göndermesi, ancak senin rahmetin ve hikmetin iledir; karışık tesadüf karışamaz.” (Ş., Üçüncü Şua -Münâcât-, s.45)}


مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعًاۜ اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُۜ وَالَّذ۪ينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ يَبُورُ﴿٠١﴾

10. Kim şeref istiyorsa, bütün şeref Allah’ındır. Hoş söz, yalnız O’na yükselir. Onu da iyi amel (ameli salih) yükseltir. Kötülükleri tuzak kuranlar için çetin bir azap vardır. Onların tuzağı mahvolur!

{“Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi

اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطِّيِّبُ

âyetinin sırrıyla, güzel ve manidar ve imanî ve hakikatlı kelimelerin kalem-i kaderin istinsahıyla ve izn-i İlahî ile intişar etmesiyle bütün küre-i havadaki melaike ve ruhanîlere işittirmek ve Arş-ı A’zam tarafına sevketmek için kudret-i İlahî kaleminin mütebeddil bir sahifesi olmaktır. Madem havanın kudsî vazifesinin, hikmet-i hilkatinin en mühimmi budur. Ve rûy-i zemini radyolar vasıtasıyla bir tek menzil hükmüne getirip nev’-i beşere pek büyük bir nimet-i İlahiye olmaktır. Elbette ve elbette beşer bu pek büyük nimete karşı, bir umumî şükür olarak; o radyoları herşeyden evvel kelimat-ı tayyibe olan Kelâmullah’ın, başta Kur’an-ı Hakîm ve hakikatları ve imanın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lüzumlu ve zarurî menfaatlerine dair kelimatları olmalı ki o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmezse, beşere zaralı düşer.” (EL-II., s.67. Ayrıca bk. EL-II., Ettahiyyat ile alakalı mektub, s.117 ve 121)}


وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ اَزْوَاجًاۜ وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَمَا يُعَمَّرُ مِنْ مُعَمَّرٍ وَلَا يُنْقَصُ مِنْ عُمُرِه۪ٓ اِلَّا ف۪ى كِتَابٍۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ﴿١١﴾

11. Allah sizi topraktan, sonra da meniden yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek-dişi) kıldı. Bir dişi, ancak O’nun ilmi ile gebe kalır ve doğurur. Ömrü uzatılanın ömrünün uzatılması ve onun ömründen eksiltilmesi, ancak bir kitapta (yazılı) dır. Şüphesiz bu, Allah’a kolaydır.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِۚ وَاللّٰهُ هُوَ الْغَنِىُّ الْحَم۪يدُ﴿٥١﴾

15. Ey insanlar! Sizler Allah’a muhtaçlarsınız. Allah ise, O, çok zengin, övgüye layıktır.

{“İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına da nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi; insandaki kusur, kemalât-ı Sübhâniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecelerine bir mikyastır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü hacat, enva’-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir. Öyle ise fıtratından gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise, dergâh-ı izzetine kusurlarına ‘Estağfirullah’ ve ‘Sübhanallah’ ile ilan etmektir.” (MN., Onuncu Risale, s.222)}

اِنْ يَشَاْ يُذْهِبْكُمْ وَيَاْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۚ﴿٦١﴾

16. Eğer dilerse sizi götürür (yok eder), yerinize yeni bir mahlûk getirir.

وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ﴿٧١﴾

17. Bu da Allah’a güç değildir.


Yükleniyor...