مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ﴿٨٢﴾

28. Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak bir tek nefis (tekbir kişinin yaratılması) gibidir. Şüphesiz Allah, hakkıyle işiten, hakkıyle görendir.

{“Fâil, muktedirdir. Evet, nasıl haşrin muktazîsi, şüphesiz mevcuttur. Haşri yapacak Zât da nihayet derecede muktedirdir. Onun kudretinde noksan yoktur. En büyük ve en küçük şeyler O’na nisbeten birdirler. Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar kolaydır. Evet, bir Kadîr ki: Şu âlem; bütün güneşleri, yıldızları, âvâlimi, zerratı, cevahiri nihayetsiz lisanlarla O’nun azametine ve kudretine şehadet eder. Hiçbir vehim ve vesvesenin hakkı var mıdır ki, haşr-i cismâniyi O kudretten istib’âd etsin!..”

“… İşte Kudret-i İlâhîye zâtiyedir, öyle ise acz tahallül edemez. Hem melekûtiyet-i eşyaya taallûk eder. Öyle ise mevâni’ tedâhül edemez. Hem nisbeti, kanunîdir. Öyle ise cüz’, külle müsavi gelir ve cüz’i, küllî hükmüne geçer…” (S., Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksad, Üçüncü Esas, s.525)

“Evet, Hâlik-ı Rahîm, bir kuşun tüylü libasını hangi kanunla değiştiriyor, tazelendiriyor. O Sâni-i Hakîm, aynı kanunla, her sene küre-i arzın libasını tecdid eder. Hem o aynı kanunla, her asırda dünyanın şeklini tebdil eder. Hem aynı kanunla, kıyamet vaktinde kâinatın suretini tağyir edip değiştirir. Hem hangi kanunla zerreyi, mevlevî gibi tahrik ederse; aynı kanunla Küre-i Arz’ı meczub ve semaa kalkan mevlevî gibi döndürüyor ve o kanun ile âlemleri böyle çeviriyor ve manzume-i şemsiyeyi gezdiriyor. Hem hangi kanunla senin bedenindeki hüceyratın zerrelerini tazelendiriyor, tamir ve tahlil ediyorsa, aynı kanunla senin bağını her sene tecdid eder ve her mevsimde çok defa tazelendirir. Aynı kanunla, zemin yüzünü her bahar mevsiminde tecdid eder, taze bir peçe üstüne çeker. Hem o Sâni’-i Kadîr, hangi kanun-u hikmetle bir sineği ihya eder; aynı kanunla şu önümüzdeki çınar ağacını her baharda ihya eder ve o kanunla Küre-i Arz’ı yine o baharda ihya eder; ve aynı kanunla Haşirde mahlûkatı da ihyâ eder.” (M., Yirmi Dördüncü Mektub, İkinci Makam, Birinci Mebhas, s.290. Ayrıca bk. S., Onuncu Söz, Hatime ve Lemeât, s.90 ve 699; M., Yirminci Mektub, s.251; L., Yirmi Altıncı Lem’a, s.241; Ş., Yedinci Şua, On Birinci Şua, On Beşinci Şua, s.161, 209, 234, 665 ve 667; MN., Hubab ve Nokta, s.105 ve 248; STİ., İkinci Cümle, s.17-23)}


اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِى النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ٓى اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَاَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ﴿٩٢﴾

29. Görmedin mi Allah, geceyi gündüze katıyor, gündüzü de geceye katıyor. (O), Güneşi ve Ay’ı buyruğu altında tutmaktadır; her biri belli bir süreye kadar akar. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

{“Hem,

يُولِجُ الَّيْلَ فِى النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِى الَّيْلِ

âyetinin sarahatiyle, zemini döndürüp, gece-gündüz sayfalarını yapan ve çeviren ve yevmiye hâdisâtıyla yazan, değiştiren aynı Zât, aynı anda, en gizli, en cüz'î olan kalblerin hatıratlarını dahi bilir ve iradesiyle idare eder.”(Ş., Yedinci Şua, İkinci Bab, s.154)

وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِراَجًا

Yâni, lâmba tabiriyle şöyle bir üslûba pencere açar ki, şu âlem bir saray; ve içinde olan eşya ise, insana ve zîhayata ihzar edilmiş müzeyyenat ve mat'ûmat ve levazımat olduğunu; ve Güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtarla Sâniin haşmetini ve Hâlıkın ihsanını ifham ederek tevhide bir delil gösterir ki, müşriklerin en mühim, en parlak mâbud zannettikleri Güneş, musahhar bir lâmba, câmid bir mahlûktur..."(S., Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua, İkinci Suret, s.377. Ayrıca bk. S., Yrmi Sekizinci Söz, s.502)}


ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِىُّ الْكَب۪يرُ۟﴿٠٣﴾

30. Bu böyledir. Çünkü Allah, gerçek haktır. O’ndan başka taptıkları şeyler ise batıldır. Şüphesiz Allah, pek yüce ve çok büyüktür.

اَلَمْ تَرَ اَنَّ الْفُلْكَ تَجْر۪ى فِى الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللّٰهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ اٰيَاتِه۪ۜ اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ﴿١٣﴾

31. Görmedin mi, gerçekten gemiler denizde Allah’ın lütfu ile yüzer. Bu, size varlığının delillerinden göstermesi içindir. Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için gerçekten ibretler vardır.

وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ﴿٢٣﴾

32. Onları dağlar gibi dalgalar kapladığı zaman, dini O’na has kılarak (ihlâsla) Allah’a yalvarırlar. Onları karaya çıkarınca / kurtarınca, içlerinden kimi orta yolu tutar. Ayetlerimizi ancak gaddar, nankörler inkâr eder.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَايَجْز۪ى وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْئًاۜ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ﴿٣٣﴾

33. Ey insanlar! Rabbinizden korkun. O günden çekinin ki, bir baba çocuğuna fayda vermez, çocuğu da babasına hiçbir şeyle fayda vermez. Şüphesiz Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse, dünya hayatı sakın sizi aldatmasın, Allah’a karşı aldatıcı şeytan da (Allah’ın affına güvendirerek sizi) aldatmasın!..

{“Ey gururlu, mağrur gafil! Sana ne olmuş ki, Müslümanları -ecanib tarzında- hayat-ı dünyeviyeye davet edersin? O hayat, uyku içinde bir lû'b ve hevâ içinde bir lehivden başka birşey değildir. Hem ne oluyorsun ki, keyiflerine kâfi gelen helâl ve tayyibat dariesinden huruca teşvik ederek, dinin ihmaline veya dinin bazı şeairinin terkine sebebiyet veriyorsun? Ve muharremat ve habisat dairesinde duhule teşcî ediyorsun? Ey müvesvis! Bilir misin, misalin neye benzer? O derece belâhet kesbetmiş bir sarhoşa benzer ki, arslanı attan, darağacını salıncaktan, cerahatli yarayı kırmızı gülden fark etmez.” (NİK., Üçüncü Ders, s.23)}

اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِى الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ى نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًاۜ وَمَا تَدْر۪ى نَفْسٌ بِاَىِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ﴿٤٣﴾

34. Kıyametin bilgisi şüphesiz Allah, katındadır (yanındadır). Yağmuru O yağdırır, rahimlerdekini O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, hakkıyle bilendir, her şeyden haberdardır.

{“Elcevap: Yağmurun vakt-i nüzulü bir kaideye merbut olmadığı için, doğrudan doğruya meşiet-i hassa-i İlâhiye ile bağlı ve hazine-i rahmetten hususî iradeye tâbi olduğunun bir sırr-ı hikmeti şudur ki: Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymettar mahiyet vücut, hayat, nur, rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i İlâhiye ve meşiet-i hassa-i İlâhiyeye bakar. Sair masnuatta zâhirî esbab kudretin tasarrufâtına perde oluyorlar. Ve muttarid kanunlar ve kaideler, bir derece irade ve meşiete hicap oluyor. Fakat vücut, hayat, nur ve rahmette o perdeler konulmamış..."(L., On Altıncı Lem’a, Üçüncü Sualiniz, s.110. Ayrıca bk. S., On Altıncı Söz, Küçük Bir Zeyl ve Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, s.201 ve 343)}


Yükleniyor...