مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتًاۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ﴿١٤﴾

41. Allah’tan başka dostlar edinenlerin misali, kendine bir ev (ağ) edinen örümceğin misali gibidir. Şüphesiz evlerin en çürüğü elbette örümceğin evidir, eğer biliyor olsalardı.

{“ALLAH birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip zahmet çekme, onlara temellük edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme.. Çünki: Sultan-ı Kâinat birdir, her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O'nun elindedir; her şey O’nun emriyle halledilir. O’nu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.” (M., Yirminci Mektub, İkinci Kelime, s.224)

“Sûre-i Ankebût Mekke’de nazil olduğu için Kureyş’in îmana gelmeyen reisleri Peygamber (A.M.)a sû-i kasd edeceklerini ve o sû-i kasdın içinde en zayıf ve en küçük hayvan olan örümcek, o reislerin o şiddetli hücümlarına karşı mukabele edip galebe edecek. Yâni örümceğin hanesi olan ağ en zaif bir perde iken o kuvvetli reisleri mağlûb edeceğini göstermekle âyet diyor ki: ‘En zaif bir hayvana mâglûb olacaklarını faraza bilseydiler, bu cinayete ve bu sû-i kasde teşebbüs etmeyeceklerdi.’…”(EL-II., s.127)}


اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَىْءٍۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ﴿٢٤﴾

42. Şüphesiz Allah, kendisinden başka taptıkları şeyleri bilir. O, mutlak galip ve hikmet sahibidir.

وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ وَمَا يَعْقِلُهَٓا اِلَّا الْعَالِمُونَ﴿٣٤﴾

43. İşte biz, bu misalleri insanlara veriyoruz. Fakat onları, ancak âlimler anlarlar.

خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ۟﴿٤٤﴾

44. Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda, inanalar için gerçekten bir ibret vardır.

اُتْلُ مَٓا اُ۫وحِىَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَاتَصْنَعُونَ﴿٥٤﴾

45. (Resûl’üm!) Sana kitaptan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz namaz edepsizlikten ve kötülükten alıkoyar. Elbette Allah’ı zikretmek, en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.

{“Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.” (S., Dördüncü Söz, s.21)

“Namazın mânası, Cenab-ı Hakk’ı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yâni, celâline karşı kavlen ve fiilen ‘Sübhânallah’ deyip takdîs etmek. Hem kemâline karşı, lâfzan ve amelen ‘Allahü ekber’ deyip tâzim etmek. Hem, cemâline karşı, kalben ve lisânen ve bedenen ‘Elhamdülillah’ deyip şükretmektir. Demek tesbih ve Tekbir ve Hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında bu üç şey, her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânasını te’kid ve takviye için şu kelimat-ı mübâreke, otuzüç defa tekrar edilir…” (S., Dokuzuncu Söz, Birinci Nükte, s.40)}


وَلَا تُجَادِلُٓوا اَهْلَ الْكِتَابِ اِلَّا بِالَّت۪ى هِىَ اَحْسَنُۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُٓوا اٰمَنَّا بِالَّذ۪ٓى اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَاُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَاِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ﴿٦٤﴾

46. Kitap ehli ile ancak en güzel şeyle mücadele edin. Ancak onlardan zalimler (sizinle savaşanlar) hariç. “Biz, bize indirilene ve size indirilene iman ettik. Bizim İlâhımız ve sizin İlâhınız bir tektir. Biz O’na teslim olanlarız.” deyin.

يَا عِبَادِىَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ اَرْض۪ى وَاسِعَةٌ فَاِيَّاىَ فَاعْبُدُونِ﴿٦٥﴾

56. Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim arzım (yeryüzü) geniştir; öyleyse sadece bana ibadet edin (dininizi yaşayamayacağınız yerde durmayın).

كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ اِلَيْنَا تُرْجَعُونَ﴿٧٥﴾

57. Her nefis ölümü tadıcıdır. Sonra da yalnız bize döndürüleceksiniz.

{“Ölüm hakdır. Evet bu hayat ve bu beden şu azim dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira, onlar demir ve taştan değildir. Ancak, et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküb etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur.” (MN., Katre, s.52)

“Ey bîçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuz bin şahit, cenazeleriyle ‘El-Mevtü hak’ hükmünü imza ediyorlar ve o dâvaya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahidleri tekzib edebilir misiniz? Mâdem edemiyorsunuz; mevt Allah Allah dedirtir…” (M., Yirmi Dokuzuncu Mektub, Yedinci Kısım, s.438)

“Ölüm, idam değil, firak değil, belki hayat-ı ebediyenin mukaddemesidir, mebdeidir ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Berzâh âlemine göçmüş kafile-i ahbaba kavuşmaktır.”(L., Yirmi Altıncı Lem’a, Sekizinci Rica, s.232)}


وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّءَنَّهُمْ مِنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْر۪ى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ نِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۗ﴿٨٥﴾

58. İman edip iyi şeyler yapanları, mutlaka altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere yerleştireceğiz. Çalışanların (iyi iş yapanların) mükâfatı ne güzeldir!


Yükleniyor...