اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۘ فَتُصْبِحُ الْاَرْضُ مُخْضَرَّةًۜ اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌۚ﴿٣٦﴾

63. Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de yeryüzü onunla yemyeşil oluyor. Şüphesiz Allah çok latiftir, her şeyden haberdardır.

لَهُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْغَنِىُّ الْحَم۪يدُ۟﴿٤٦﴾

64. Göklerdeki ve yerdeki şeyler O’nundur. Şüphesiz Allah gerçekten zengindir, övgüye layıktır.

{

لَهُ الْحَمْدُ

Yani: Hamd ve senâ, medih ve minnet O’na mahsustur, O’na lâyıktır. Demek nimetler O’nundur ve O’nun hazinesinden çıkar. Hazine ise daimîdir. (…)”

لَهُ الْحَمْدُ

Yani, bütün mevcudatta sebeb-i medih ve senâ olan kemâlât O’nundur. Öyleyse, hamd dahi O’na aittir. Ezelden ebede kadar, her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ü senâ O’na aittir. Çünkü sebeb-i medih olan nimet ve ihsan ve kemal ve cemal ve medar-ı hamd olan herşey O’nundur, O’na aittir. Evet, âyât-ı Kur'âniyenin işârâtıyla, bütün mevcudattan daimî bir surette dergâh-ı İlâhiyeye giden bir ubudiyettir, bir tesbihtir, bir secdedir, bir duadır ve bir hamd ü senâdır ki, daimî o dergâha gidiyor.” (M., Yirminci Mektub, Beşinci Kelimeler, s.225, 236)}


اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِى الْاَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْر۪ى فِى الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۜ وَيُمْسِكُ السَّمَٓاءَ اَنْ تَقَعَ عَلَى الْاَرْضِ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ﴿٥٦﴾

65. Görmedin mi, şüphesiz Allah yerde olan şeyleri ve denizde emri ile akan gemileri sizin emrinize verdi. İzni ile olması hariç, göğü yerin üzerine düşmekten O tutar. Şüphesiz Allah, elbette çok şefkatli, çok merhametlidir.

{“Evet, kâinatın envâını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp, bütün hâcâtına kemâl-i intizam ve inâyetle koşturmak, bilbedâhe, iki hâletten birisidir: Ya kâinatın herbir nev'i, kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor -bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhâlâtı intaç ediyor- ya insan gibi bir âciz-i mutlakta en kuvvetli bir sultan-ı mutlakın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlakın ilmiyle bu muavenet oluyor. Demek, kâinatın envâı insanı tanıyor değil; belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.”

“Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki, bütün envâ-ı mahlûkatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine lebbeyk dedirten Zât-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin? Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir…” (L., On Dördüncü Lem’a, İkinci Makam, Üçüncü Sır, s.98)}


وَهُوَ الَّذ۪ٓى اَحْيَاكُمْۘ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَكَفُورٌ﴿٦٦﴾

66. O ki sizi diriltti. Sonra sizi öldürür, sonra (yine) diriltir. Şüphesiz insan gerçekten çok nankördür.

لِكُلِّ اُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا هُمْ نَاسِكُوهُ فَلَا يُنَازِعُنَّكَ فِى الْاَمْرِ وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَۜ اِنَّكَ لَعَلٰى هُدًى مُسْتَق۪يمٍ﴿٧٦﴾

67. Biz, her ümmet için, onula amel edecekleri bir şeriat kıldık. Artık sakın seninle bu işte çekişmesinler. Sen Rabbine davet et. Şüphesiz sen, dosdoğru bir hidayet üzerindesin.

وَاِنْ جَادَلُوكَ فَقُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ﴿٨٦﴾

68. Eğer seninle mücadele ve münakaşa ederlerse, de ki: “Allah yaptıklarınızı daha iyi bilendir.

اَللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ﴿٩٦﴾

69. Allah, ihtilaf ettiğiniz şeylerde, kıyamet gününde aranızda hüküm verecektir.

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَافِى السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّ ذٰلِكَ ف۪ى كِتَابٍۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ﴿٠٧﴾

70. Bilmedin mi ki, şüphesiz Allah, gökte ve yerde olanları bilir. Şüphesiz bu, bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah’a çok kolaydır.

{“Elhasıl: Madem en basit ve en aşağı derece-i hayat olan nebâtat hayatı bu derece kaderin nizamına tâbidir. Elbette, en yüksek derece-i hayat olan hayat-ı insaniye, bütün teferruatıyla kaderin mikyasıyla çizilmiştir ve kalemiyle yazılıyor. Evet, nasıl katreler buluttan haber verir; reşhalar su menbaını gösterir; senetler, cüzdanlar bir defter-i kebirin vücuduna işaret ederler. Öyle de, şu meşhudumuz olan, zîhayatlardaki intizam-ı maddî olan bedihî kader ve intizam-ı mânevî ve hayatî olan nazarî kaderin reşhaları, katreleri, senetleri, cüzdanları hükmünde olan meyveler, nutfeler, tohumlar, çekirdekler, suretler, şekiller, bilbedâhe, Kitab-ı Mübîn denilen irade ve evâmir-i tekviniyenin defterini ve İmam-ı Mübîn denilen ilm-i İlâhînin bir divanı olan Levh-i Mahfuzu gösterir.” (S., Yirmi Altıncı Söz, Üçüncü Mebhas, s.470. Ayrıca bk. Onuncu Söz, Yedinci Suret Haşiye, s.53)}

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوالَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوالَهُۜ وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْئًا لَايَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُۜ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ﴿٣٧﴾

73. Ey insanlar! Size bir misal getirildi; onu dinleyin: Şüphesiz Allah’tan başka ibadet ettikleriniz, bunun için toplansalar da, asla bir sinek (bile) yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kaparsa, onu ondan kurtaramazlar. İsteyen de zayıf, istenen de!

{“Evet, bu hakikate binaen,

إنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اْللهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلِوِاجْتَمَعُوا لَهُ

bu âyet-i azîmenin sırrıyla, bütün esbab-ı maddiye toplansa, onların ihtiyarları da olsa, birtek sineğin vücudunu ve o vücudun cihazatını mizan-ı mahsusla toplayamazlar. Toplasalar da, o vücudun miktar-ı muayyenesinde durduramazlar. Durdursalar da, daima tazelenmekte olan ve o vücuda gelip çalışan zerrâtı, muntazaman çalıştıramazlar. Öyleyse, bilbedahe, esbab bu eşyaya sahip çıkamazlar. Demek Sahib-i Hakikîleri başkadır.” (L., Yirmi Altıncı Lem’a, On Birinci Rica, s.241. Ayrıca bk. S., Yirminci Söz, İkinci Makam, s.266; OL., Yirmi Sekizinci Lem’a, Sinek Risalesi-, s.603)}



Yükleniyor...