وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَاتَذَرْن۪ى فَرْدًا وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ﴿٩٨﴾

89. Zekeriyya’yı da an. Hani O, Rabbine: “Rabbim, beni yalnız bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın!” diye seslenmişti.

فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِى الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًاۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ﴿٠٩﴾

90. Biz de onun duasını kabul ettik ve ona Yahya’yı bağışladık. Ona zevcesini (doğurmağa) elverişli hale getirdik. Gerçekten onlar (bütün bu peygamberler), hayırlara koşarlar ve bize umarak ve korkarak dua ederlerdi; Bizim için derin saygı gösterirlerdi.

اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ﴿١٠١﴾

101. Kendileri için bizden güzellik (cennet vaadi, saadet) geçmiş (takdir ve tayin edilmiş) olanlar, ondan (cehennemden) uzaklaştırılmışlardır.

لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ى مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ﴿٢٠١﴾

102. Onun gizli sesini (uğultusunu) duymazlar. Onlar canlarının çektiği şeyde (nimetlerde) ebedi kalırlar.

لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ى كُنْتُمْ تُوعَدُونَ﴿٣٠١﴾

103. En büyük korku, onları üzmez. Melekler onları karşılar: “Bu, size vaadedilen gününüzdür.” derler.

يَوْمَ نَطْوِى السَّمَٓاءَ كَطَىِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَاْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْدًا عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ﴿٤٠١﴾

104. Hatırla o günü ki, göğü, kitapların sayfasını dürer gibi düreriz. Tıpkı ilk yaratmağa başladığımız gibi, onu tekrar edeceğiz. (Bu), üzerimize aldığımız bir va’d oldu. Şüphesiz biz (va’dettiğimizi) yaparız.

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِى الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِىَ الصَّالِحُونَ﴿٥٠١﴾

105. And olsun, gerçekten Zikir’den (Tevrat, Levh-i Mahfuz’dan) sonra Zebur’da: “Şüphesiz yeryüzüne salih kullarım mirasçı olacaktır!” diye yazmışızdır.

اِنَّ ف۪ى هٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ﴿٦٠١﴾

106. Şüphesiz bunda, ibadet eden bir kavim için elbette bildiri (mesaj) vardır.

وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ﴿٧٠١﴾

107. (Resûl’üm!) Biz seni, ancak alemlere rahmet için gönderdik.

{“O Zât-ı Akdes’e ve Şems-i Ezel ve Ebed’e biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat onun ziya-i rahmeti, onu bize yakın ediyor. İşte ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmasının çaresi: Rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en belig bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten lil-âlemîn ünvanıyla Kur’anda tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmeten li'l-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise, salâvattır. Evet, salâvatın mânâsı rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duası olan salâvat ise, o Rahmeten li'l-Âlemînin vüsulüne vesiledir. Öyleyse, sen salâvatı kendine, o Rahmeten li'l-Âlem-îne ulaşmak için vesile yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmân'a vesile ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li'l-Âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir kesretle, rahmet mânâsıyla salâvat getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir surette ispat eder.”

“Elhasıl: Hazine-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillâhirrahmânirrahîm'dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvattır.” (L., On Dördüncü Lem’a, Altıncı Sır, s.102. Ayrıca bk. M., On Birinci Mektub, s.40)}


قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَىَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ﴿٨٠١﴾

108. De ki: “Ancak bana, sadece İlahınızın bir tek Allah olduğu vahyolunuyor. Artık sizler, Müslümanlar mısınız?”

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓى اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ﴿٩٠١﴾

109. Eğer yüz çevirirlerse, de ki: “Ben size eşit olarak bildirdim. Size va’dolunanın yakın mı, yoksa uzak mı olduğunu bilmiyorum.

اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ﴿٠١١﴾

110. Şüphesiz O (Allah), sözün açığını da bilir, gizlediklerinizi de bilir.


Yükleniyor...