يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ﴿١١﴾

11. Onunla (su ile) size ekin, zeytin, hurmalıklar, bağlar ve her türlü meyvelerden bitirir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için elbette bir ibret vardır.

{“Meselâ: O Rahîm-i Zülcemâlin bağıstan-ı kereminden, mucizâtının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm, iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım. Yüz elli beş çıktı. Bir salkımın danesini saydım, yüz yirmi kadar oldu. Düşündüm, dedim: Eğer bu asma çubuğu, ballı su musluğu olsa, daim su verse, şu hararete karşı o yüzer rahmetin şurup tulumbacıklarını emziren salkımlara ancak kifayet edecek. Halbuki, bazan az bir rutubet ancak eline geçer. İşte, bu işi yapan, herşeye kadir olmak lâzım gelir.” (S., Yirmi İkinci Söz, İkinci Maksad, Altıncı Lem’a, s.302)}

وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ﴿٢١﴾

12. O, geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da O’nun emri ile boyun eğdirilmiştir. Şüphesiz bunda akıllarını çalıştıran bir topluluk için elbette ibretler vardır.

وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِى الْاَرْضِ مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهُۜ اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ﴿٣١﴾

13. Sizin için yeryüzünde renkleri farklı olarak yarattığı şeyleri de (boyun eğdirdi). Şüphesiz bunda öğüt alan bir toplum için elbette bir ibret vardır.

وَهُوَالَّذ۪ى سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَاْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ﴿٤١﴾

14. O ki, ondan taze et yemeniz ve ondan takacağınız bir ziynet (süs eşyası) çıkarmanız için denizi de emrinize verdi. Orada gemilerin suyu yararak gittiğini görürsün ki, bu(nu) lütfundan aramanız ve belki şükredersiniz diye (yaptı).

وَاللّٰهُ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ۟﴿٥٦﴾

65. Allah, gökten su indirdi de onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltti. Şüphesiz bunda dinleyen bir kavim için elbette bir ibret vardır.

وَاِنَّ لَكُمْ فِى الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ى بُطُونِه۪ مِنْبَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَٓائِغًا لِلشَّارِب۪ينَ﴿٦٦﴾

66. Şüphesiz sizin için hayvanlarda da elbette bir ibret vardır. Size onun karnındakinden fışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolay geçen halis süt içiriyoruz.

{“İşte şu âyetler, Cenâb-ı Hakkın koyun, keçi, inek, deve gibi mahlûklarını insanlara hâlis, sâfi, leziz bir süt çeşmesi; üzüm ve hurma gibi masnuları da insanlara lâtif, leziz, tatlı birer nimet tablaları ve kazanları; ve arı gibi küçük mucizât-ı kudretini şifalı ve tatlı, güzel bir şerbetçi yaptığını âyet şöylece gösterdikten sonra, tefekküre, ibrete başka şeyleri de kıyas etmeye teşvik için

اِنَّ فِى ذَلِكَ لَا َيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

der, hâtime verir. (S., Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, İkinci Nuru, Beşinci Meziyet-i Cezâlet, s.421)}


وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًاۜ اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ﴿٧٦﴾

67. Hurma ve üzüm gibi meyvelerden, hem içki, hem de güzel bir rızk (gıdalar) edinirsiniz. Şüphesiz bunda aklını çalıştıran bir kavim için mutlaka bir âyet (ibret) vardır.

{“Bu âyet nazar-ı dikkati hurma ve üzüme celbedip der ki: ‘Aklı bulunanlara, bu iki meyvede tevhid için büyük bir âyet, bir delil ve bir hüccet vardır.’ Evet, bu iki meyve, hem gıda ve kut, hem fâkihe ve yemiş, hem çok lezzetli taamların menşeleri olmakla beraber, susuz bir kumda ve kuru bir toprakta duran bu ağaçlar, o derece bir mucize-i kudret ve bir harika-i hikmettir ve öyle bir helvalı şeker fabrikası ve ballı bir şurup makinesi ve o kadar hassas bir mizan ve mükemmel bir intizam ve hikmetli ve dikkatli bir san'attırlar ki, zerre kadar aklı bulunan bir adam, ‘Bunları böyle yapan, elbette bu kâinatı yaratan zât olabilir!’ demeye mecburdur.” (Ş., Yedinci Şua, İkinci Bab, İkinci Hakikat, Üçüncü ayet, s.156)}

وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ى مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ﴿٨٦﴾

68. Rabbin bal arısına, “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurduğu çardaklardan evler (kovanlar) edin.”, diye vahyetti.

{“Evet, balarısı, fıtratça ve vazifece öyle bir mucize-i kudrettir ki, koca Sûre-i Nahl, onun ismiyle tesmiye edilmiş. Çünkü, o küçücük bal makinesinin zerrecik başında onun ehemmiyetli vazifesinin mükemmel programını yazmak ve küçücük karnında taamların en tatlısını koymak ve pişirmek ve süngücüğünde zîhayat âzâları tahrip etmek ve öldürmek hâsiyetinde bulunan zehiri o uzuvcuğuna ve cismine zarar vermeden yerleştirmek, nihayet dikkat ve ilimle ve gayet hikmet ve irade ile ve tam bir intizam ve muvazene ile olduğundan, şuursuz, intizamsız, mizansız olan tabiat ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale edemezler ve karışamazlar. (Ş., Yedinci Şua, İkinci Bab, İkinci Hakikat, Birinci âyet, s.156. Ayrıca bk. S., Yirmi Beşinci Söz, s.440; L., On Yedinci Lem’a, s.126)}


Yükleniyor...