اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِى َاثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِى الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَاتَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِىَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ﴿٠٤﴾

40. Eğer Ona (Peygambere) yardım etmezseniz, Allah Ona kâfirler onu ikinin (Resûlullah ve Ebu Bekir) ikincisi olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, onlar mağarada iken, yardım etmişti. O zaman arkadaşına: “Üzülme, şüphesiz Allah bizimledir.” diyordu. Bunun üzerine Allah Ona sükûnetini (emniyetini) indirdi ve Onu görmediğiniz askerlerle destekledi. Kâfirlerin sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise o, en yüksektir. Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir.

{“O zâtın (a.s.m.) evvel ve âhir bütün ahvâl ve harekâtı nazar-ı dikkatten geçirilirse, herbir hareketi, herbir hali harikulâde değilse de onun sıdkına delâlet eder. Ezcümle: ‘Ğar’ meselesinde, Ebu Bekri’s-Sıddık ile beraber halâs ve kurtuluş ümidi tamamıyla kesildiği bir anda

لَاتَخَفْ إِنَّ اللهَ مَعَنَا

‘Korkma, Allah bizimle beraberdir.’ diye Ebu Bekri’s-Sıddık’a verdiği tesellî ve tavk-ı beşerin fevkinde bir ciddiyetle, bir metanetle, bir şecaatle, havfsız, tereddütsüz gösterdiği vaziyet, elbette sıdkına ve nokta-i istinadı olan Hâlıkına itimad ettiğine güneş gibi bir burhandır. Kezalik, saadet-i dareyn için tesis ettiği esaslarda isabet etmiş olduğu ve izhar ettiği kavaidin, hakikatle muttasıl ve hakkaniyetle yapışık olduğu, bütün âlemce mazhar-ı kabul ve tasdik olmuş ve olmaktadır.” (İİ., Nübüvvet Hakkında, İkinci Mes’ele, s.106)}


اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ يُقَاتِلُونَ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِى التَّوْرٰيةِ وَاْلاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ى بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ﴿١١١﴾

111. Şüphesiz Allah, cennet kendilerinin olmak üzere mü’minlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar; öldürür ve öldürülürler. Bu; Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da (Allah’ın) kendi üzerine aldığı bir vaattir. Sözünü Allah’tan daha çok yerine getiren kimdir? Öyleyse (ey müminler), yaptığınız alışverişten dolayı sevinin. İşte en büyük kurtuluş budur.

{“NEFİS VE MALINI Cenâb-ı Hakka satmak ve Ona abd olmak ve asker olmak ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciği dinle:(…)"

"Şimdi satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar? Yok, kat’a ve asla! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır. Allah’a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli. ‘Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanete emin kıl! Amin!’ demeli ve Ona yalvarmalı.” (S., Altıncı Söz, s.25, 29)}


اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ اْلاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ﴿٢١١﴾

112. (Bu alışverişi yapanlar) tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten men edenler ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. İşte o müminleri müjdele.

لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ﴿٨٢١﴾

128. Andolsun, size içinizden (kendi cinsinizden) bir Peygamber gelmiştir. Sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. Size gayet düşkündür, mü’minlere de çok şefkatli, çok merhametlidir.

{“Şu âyet-i azime.. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmetine karşı kemâl-i şefkat ve merhametini ifade ediyor. Evet, rivayet-i sahiha ile, mahşerin dehşetinden herkes, hattâ enbiya dahi ‘nefsî, nefsî’ dedikleri zaman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ‘ümmetî, ümmetî’ diye refet ve şefkatini göstereceği gibi, yeni dünyaya geldiği zaman, ehl-i keşfin tasdikiyle, validesi onun münâcâtından ‘ümmetî, ümmetî’ işitmiş. Hem bütün tarih-i hayatı ve neşrettiği şefkatkârâne mekârim-i ahlâk, kemâl-i şefkat ve refetini gösterdiği gibi, ümmetinin hadsiz salâvatına hadsiz ihtiyaç göstermekle, ümmetinin bütün saadetleriyle kemâl-i şefkatinden alâkadar olduğunu göstermekle hadsiz bir şefkatini göstermiş. İşte bu derece şefkatli ve merhametli bir rehberin sünnet-i seniyesine müraat etmemek. Ne derece nankörlük ve vicdansızlık olduğunu kıyas eyle.” (L., Dördüncü Lem’a, Birinci Nükte, s.19; On Birinci Lem’a, s.50)}

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ﴿٩٢١﴾

129. (Ey Muhammed) eğer (sana iman etmekten) yüz çevirirlerse: “Allah bana yeter. O’ndan başka İlah yoktur. Yalnız O’na güvendim. O, ulu Arş’ın Rabbidir.” de.

{

فَإنْ تَوَلَّوْا

âyetiyle der ki: ‘Ey insanlar! Ey müslümanlar! Böyle hadsiz bir şefkatiyle sizi irşad eden ve sizin menfaatiniz için bütün kuvvetini sarfeden ve manevî yaralarınız için kemal-i şefkatle getirdiği ahkâm ve sünnet-i seniyesiyle tedavi edip merhem vuran şefkatperver bir zâtın bedihî şefkatini inkâr etmek ve göz ile görünen re’fetini ittiham etmek derecesinde onun sünnetinden ve tebliğ ettiği ahkâmdan yüzlerinizi çevirmek, ne kadar vicdansızlık, ne kadar akılsızlık olduğunu biliniz! Ve ey şefkatli Resul ve ey re’fetli Nebi! Eğer senin bu azîm şefkatini ve büyük re’fetini tanımayıp akılsızlıklarından sana arka verip dinlemeseler, merak etme! Semavat ve Arz’ın cünudu taht-ı emrinde olan, arş-ı azîm-i muhitin tahtında saltanat-ı rububiyeti hükmeden Zât-ı Zülcelal sana kâfidir. Hakikî muti’ taifeleri, senin etrafına toplattırır, seni onlara dinlettirir, senin ahkâmını onlara kabul ettirir!’ Evet Şeriat-ı Muhammediye ve Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mes’ele yoktur ki, müteaddit hikmetleri bulunmasın.” (L., On Birinci Lem’a, Sekizinci Nükte, s.55)}



Yükleniyor...