هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ى لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ﴿٣٢﴾

23. Allah O’dur ki, O’ndan başka İlah yoktur. Mülkün sahibidir, mukaddestir, esenlik verendir, emniyet verendir, hıfz edendir, mutlak galiptir, istediğini yaptırandır ve en büyüktür. Allah, onların şirk koştukları şeyden münezzehtir.

{“Ferş’ten Arş’a, seradan süreyyaya, zerrattan seyyarata, ezelden ebede kadar herbir mevcud, semavat ve arz, dünya ve âhiret, her şey onun mülküdür. Mâlikiyet mertebe-i uzması,, tevhid-i a’zam sûretinde O’nundur.”

“O Mâlik-ül Mülk-i Zülcelâl, âlem-i ekberi, bahusus Küre-i Arz yüzünü öyle bir surette inşa ederek yapmıştır ki; birbiri içinde hadsiz daireler olup, herbir daire bir tarla hükmünde olup, vakit-bevakit, mevsim-bemevsim, asır-beasır; eker, biçer, mahsulât alır. Mütemadiyen mülkünü çalıştırır, tasarruf eder. En büyük daire olan zerrat âlemini bir tarla yapıp, her zaman kâinat kadar mahsulâtı; kudretiyle, hikmetiyle onda eker, biçer, kaldırır. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba, daire-i kudretten daire-i ilme gönderir...” (M., Yirminci Mektub, İkinci Makam, Dördüncü Kelime, Üçüncü Fıkra, s.231 ve 233. Ayrıca bk. M., On İkinci Mektub, Üçüncü Sual, s.44)}


هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِىُٔ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۜ يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ﴿٤٢﴾

24. Allah O’dur ki, yaratandır, var edendir ve suret (şekil) verendir. En güzel isimler O’nundur. Görklerdeki ve yerdeki her şey, O’nu tesbih eder. O mutlak galip, hikmet sahibidir.

{“... Ve nasıl zemin kafasını, hayvanat ve nebatat denilen manidar kelimeleriyle söyleştirip kemalât-ı san’atını kâinata gösteriyor. Öyle de; o kafanın birer kelimesi olan nebatları ve ağaçları dahi; yapraklar, çiçekler, meyveler kelimeleriyle intak edip yine kemal-i san’atını ve cemal-i rahmetini ilân ediyor. Ve birer kelime olan çiçekleri ve meyveleri dahi tohumcuklar kelimeleriyle konuşturup dekaik-ı san’atını ve kemal-i rububiyetini ehl-i şuûra talim ediyor...”

“İşte eğer bütün rûy-i zemindeki ağaçların lisan-ı hallerini birden dinleyebilsen

يُسَبِّحُ للهِ مَافِى السَّمَوأَتِ وَمأفِى الْاَرْضِ

hazinesinde ne kadar güzel cevherler bulunduğunu göreceksin, anlayacaksın.” (S., Otuz Üçüncü Söz, On Dokuzuncu Pencere, s.668 ve 669)}


مِنْ سُورَةُ الصَّفِّ

61. SAF SÛRESİ’NDEN

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ﴿١﴾

Göklerde ve yerde olan her şey, Allah’ı tesbih etti. O mutlak galip, hikmet sahibidir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ﴿٢﴾

Ey iman edenler! Neden yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?

{“Bu Mirkat-üs Sünnet olan mübarek mektub hakkındaki ihtisanlarımı arza maalesef muktedir değilim.(…) Madem böyledir, mü’minim diyen ittiba-ı sünnet etmeli. Elhamdülillah Müslümanım, iddiasında bulunan ve

لِمَ تَقُولُونَ مالأ تَفْعَلُونَ

itâbından kurtulmak isteyen sünnete yapışmalı ilh... hakâikı ders veriyor.” (BL., Hulûsi’nin Fıkrasıdır, s.192)

“Zîra kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifakın birinci alâmetidir. Kizb, kudret-i İlahiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıddır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrib eden kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren kizbdir. Nev’-i beşeri kemalâttan geri bırakan kizbdir. Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ü rüsvay eden kizbdir. İşte bu sebeblerden dolayıdır ki; bütün cinayetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir.” (İİ., Mühürlenen Kalbler, Yedinci Cümle, s.82)}


كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ﴿٣﴾

Yapmayacağınız şeyleri söylemek, Allah katında buğuzca büyüktür (büyük buğzu, kini muciptir).

اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَ ف۪ى سَب۪يلِه۪ صَفًّا كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ﴿٤﴾

Şüphesiz Allah, kendi yolunda saflar halinde kenetlenmiş bir yapı (duvar) gibi savaşanları sever.

وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓى اِسْرَٓائ۪يلَ اِنّ۪ى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَىَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَاْت۪ى مِنْ بَعْدِى اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ﴿٦﴾

Bir zaman Meryem oğlu İsa: “Ey İsrail oğulları! Şüphesiz ben size, önümdeki Tevrat’ı tasdik edici ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir elçiyi, müjdeleyici olarak gönderilen Allah’ın elçisiyim.” demişti. (Fakat, Ahmed) onlara delillerle gelince: “Bu, açık bir sihirdir!” dediler.

{“Evet, İncil’de Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, çok defalar ümmetine müjde veriyor. İnsanların en mühim bir reisi geleceğini ve o zâtı da bazı isimler ile yâdediyor. O isimler, elbette Süryanî ve İbranîdirler. Ehl-i tahkik görmüşler. O isimler, 'Ahmed, Muhammed, Farik-un Beyn-el Hakk-ı Ve-l Bâtıl' manasındadırlar. Demek İsa Aleyhisselâm, çok defa Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm’ dan haber veriyor.” (M., On Dokuzuncu Mektub, On Altıncı İşaret, Birinci Kısım, s.171)}

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعٰٓى اِلَى اْلاِسْلَامِۜ وَاللّٰهُ لَايَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ﴿٧﴾

İslam’a davet edilirken, Allah’a yalan uydurandan daha zalim kimdir? Allah, zalimler topluluğuna hidayet etmez.

يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَاللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ﴿٨﴾

Onlar Allah’ın nurunu ağızlariyle söndürmek istiyorlar! Oysa Allah, kafirler istemese de nurunu tamamlayacaktır.

{“... Bu âyetteki

نُورَاللهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللهُ مُتِمُّ نُورِهِِ

cümlesinin makam-ı cifrisi, bin üçyüz onaltı veya yedidir (1316-1317). Ve bu tarih ise; sâbıkan Yirmi birinci âyetin hâtimesinde zikredilen inkılab-ı fikrî sadedinde; Avrupa’nın bir müstemlekât nâzırı, Kur’anın nurunu söndürmesine çalışması tarihine ve Resail-in Nur müellifi dahi ona karşı o inkılab-ı fikrî sayesinde o nuru parlatmağa çalışması aynı tarihe, (…)

نُورَاللهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللهُ مُتِمُّ نُورِهِِ

dahi aynı tarihle bil’ittifak muvafakatları elbette remizden, işaretten, delaletten ziyade bir sarahattır ki; Risale-i Nur o Nur-u İlahînin bir lem’ası olacağını ve düşmanları tarafından gelen şübehat zulümatını dağıtacağını mâna-yı işârisiyle müjdeliyor. Hem bu cifri ve müteaddit ve manidar tevafuklar ise, kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler.”(Ş., Birinci Şua Yirmi Yedinci Âyet, s.718. Ayrıca bk. EL-I., Hasan Feyzi’nin Mektubları, s.86 ve 112)}



Yükleniyor...