zahirî mânâlarıyla kabul etmekte israr edersek; O zaman, aynı hadis-i şeriflerde: “Onun isminin Peygamberin ismi, babasının ismi de Peygamberin babasının ismi olacağı” kaziyyisini de beraber düşünmek, yani te’vilsiz zahiri mânâsıyla onu öyle beklemek mecburiyetinde kalacağız. Yoksa işine geldiği zaman te’vil, gelmediği zaman zahiri mânâya istinad etmek gibi garip bir hissin tenakuzluğuyla karşı karşıya kalmış oluruz. Hem bütün bu hadis-i şerifleri gören ve bilen ve nazar-ı teftişinden geçiren Hazret-i Muhyiddin-i Arabî (K.S.) bir eserinde bu mesele hakkında katiyyen hükmederek şöyle demiş:



“Ahirzaman mehdisi Araptan değil, Acemden olacak ... Onun umumî ismi Abdullah olacak. O ise bu, bütün Abdullahların ismidir. Onun hâs ismi ise şimdi onda herhangi bir i’rab izhârı olmaz ve i’rab san’atından da münsarif olacak...”(16)

Demek ki, bu hususlara dair gelen hadis-i şerifler mutlaka bir te’vil ile mânâlandırılırlar.. ve bu tevili de ancak ilmde râsih olan kümelîn ülema yapar.

Evet, Üstâdımızın nesebi hakkında, zahiri menşeiyyeti dışında olarak tekellüfkârane düşünülüp ileri sürülen iddialar veya görüşler İnşaallah samimi ve halis bir niyettendirler.. ve his ve heves veya lâyık görmeme gibi basit hislerden değildir ve olmaması lazımdır. A. B.

Yükleniyor...